elkeŞŞÂf tefsİrİ baĞlaminda zemahŞerÎ’nİn allah’in varliĞi (İsbat-i vacİb) konusuna yaklaŞimi bireseridir. Kitabın Arapça tahkikli neşrinin yanı sıra Türkçe’ye tercümeleri de yapılmıştır. Bu esere, iki risâlede toplam birer adet atıf bulunmaktadır. 10. Alâuddin Semerkandî (539/1144), Şerhu Te’vîlât: Đmam Mâtürîdî’nin meşhur tefsîri Te’vîlât’ın şerhidir. Semerkandî bu eseri, hocası Ebu’l Ma’sıyyeti günahı helâl saymak, küfürdür. Günahı önemsememek ve Şeriat la Müctehid ehl-i sünnet âlimlerinin âyet-i kerime ve hadislerden çıkardıkları hükümlerle alay etmek, küfürdür. Allahü teâlâ’nın rahmet ve affından ümit kesmek, küfürdür. Çünkü “Allah’ın (af ve) rahmetinden ümit kesmeyiniz. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd ile Sünnî kelâmının kurucusu vasfını kazandığı gibi (DİA, XXVIII, 151) Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân da onun dirâyet tefsirinin kurucusu olduğunu ortaya koymaktadır. Çağdaşı sayılan İbn Cerîr et-Taberî, Kur’an’ı mushaf tertibine göre rivayet yoluyla tefsir ederken NesefiTefsiri Tercümesi (10 Cilt Takım) 128,33 TL den başlayan taksitlerle! Ürün stokta bulunmamaktadır. İmam Nesefi'nin "Medarikü't-Tenzi'l-Ve Hakaiku't-Te'vil" adlı eseri Zemahşeri'den sonra dirayet tefsirleri içinde müstesna bir mevkiye sahiptir. Muhtasar ve Cami bir tefsirdir. cash. NESEFİ TEFSİRİ Mütercimin Önsözü İstanbul Bakırköy İmam Hatip Lisesinden öğrencim olan Ravza Yayınlan sahibi Mustafa Kasadar kardeşim Nesefi Tefsirini tercüme et­mem için bana teklif getirdiklerinde du tekliflerini Kur'an'a ve onun a-çıklanmasma bir hizmet olarak değerlendirdiğimden ötürü bu tekliflerini Rabbimin bir lütfü olarak kabul ettim. Bunun için de Rabbime hamd et­tim. Gerçi daha önce yayımlanan merhum Said Havva'nın, "el-Esas Fi't-Tefsir" adlı tefsirinin "Maide ve En'am" surelerinin çevirisi ile İs­mail Hakkı Bursevî'nin tasavvufî manadaki tefsiri olan ve M. Ali Sabuni tarafından ihtisar edilen, "Ruhu'l-Beyan" tefsirinin de "Fatiha ve Baka­ra" surelerinin tercümesi bana aittir. Fakat bir bütün halinde böyle bir tef­sir hazırlamam nasip olmamıştı. Tek bir dileğim vardı Rabbimden. Yüce Kitabım baştan sona tefsir etmek veya bir tefsirin çevirisini yapmak.. Elinizdeki tefsirde surelerin büyük bir kısmının çevirisini yapmakla Rabbim bu dileğimi kabul buyur­du. O'na ne kadar hamd etsem azdır. Rabbimden dileğim, emanetini O'-nun Kitabı ve Rasulü'nün Sünneti üzerinde çalışmakla sona erdirsin. Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefı'nin v. 710/1310, "Nesefi Tefsiri" diye şöhret kazanan eseri "Medariku't-Tenzil ve Hakaiku'l-Te'vil" adlı tefsiridir. Bu tefsiri diğerlerinden ayıran en be­lirgin birkaç özelliğini şöylece özetlemek mümkündür 1- Müellif, Zemahşeri'nin "Keşşaf" adlı tefsiri ile, Beyzavi'nin, "Envaru'l-Tenzil ve Esraru'l-Te'vil" adlı tefsirindeki güzellikleri tefsi­rine yansıtmıştır. Fakat oradaki güzellikleri tefsirine aktarırken, Keşşafın Mutezile'yi yansıtan yorumlarını ayıkladığı gibi, Beyzavi'de ve diğerin­de var olan İsrailiyat'a da yer vermemiş, bunları da ayıklamiştır. Fakat buna rağmen çok az da olsa tefsirinde İsrailiyata kimi zaman o da yer vermekten kurtulamamıştır. 2- Tefsirinde orta bir yol izlemiştir. Bıkkınlık verici aşırı açıklama­lara yer vermediği gibi, anlaşılamayacak derecede de kısa tutmamıştır. 3- Kıraat farklılıklarına ve irap kurallarına yer verirken, hiçbir za­man asıl konunun dışına çıkmamıştır. 4- Ameli-îçtihadî mezheplerin fıkhı görüş ayrılıklarına zaman za­man yer vermiş, ancak kendisi Hanefi mezhebine bağlı olduğundan açık­lamalarında bu mezhebin görüş ve yorumlan doğrultusunda hareket etmiştir. Kendi mezhebine aykırı gördüğü mezheplere cevap verirken mezhep taassubuna kapılarak hiçbir zaman aşırıya gitmemiştir. [1] Tercemede İzlenen Yol 1- İmamların işaret ettikleri kıraat farklılıklarına tümüyle her geç­tiği yerde yer verilmiştir. Şayet gözden kaçmadıysa bunların hiç biri at-lanmamıştır. Kitapta kıraat imamlarının bölgelerine, Örneğin; "Şâmî, Basrî, Kûfî, Mekkî, Medenî veya Hicazı" gibi işaret edildiği halde biz çe­viride bunlann kimler olduğunu açarak bizzat İmamların adlarını verdik. Az da olsa bölge ya da okul adlarına izafeten de zikrettik. 2- î'rab ile alakalı ifadelere açıklık getirdik. Zaman zaman dilbil­gisi yani Nahivle alakalı hususların Türkçe karşılıklarına da yer verdik. 3- Elinizdeki tefsir her ne kadar bir kelime tefsiri değil ise de, son zamanlarda bu isimle yayımlanan ve Kur'an'ın manasını öğrenmeye olan rağbet çerçevesinde, kısmen de olsa onların da yerini alacak olan bir tef­sirdir. Çünkü kelimeler ve cümleler nahiv açısından tahlil edilirken çoğu zaman kelimelere bu manada yer verilmiştir. Bu duygular içerisinde tefsirimizi takdim ederken, beşer olarak far­kına varmadan eğer bir yanılgıya düşmüş isek, bu hususları bize bildiren­lere şimdiden teşekkürü bir borç biliriz. Bu değerli Tefsiri Türkçe'ye kazandırmakla gayret gösteren sami­mi, dürüst ve ihlas sahibi kardeşim-öğrencimi de bu hizmetinden ötürü tebrik ediyor, duanıza muhtaç bu kardeşinizi de hayatını Kitap ve Sünne­te hizmet üzere sürdürmesi ve bu uğurda Rabbine emanetini teslim etme­si için dua etmenizi bekliyorum. Manın İstanbul Ocak/2003[2] EBU'L-BEREKAT ABDULLAH İBN AHMED EN-NESEFİ öl. 710/1310 Hayatı, Şahsiyeti Ve Eserleri Bu bölüm Prof. Dr. Bedrettin ÇETİNER Bey'in müsaadesiyle "EBU'L-BEREKÂT EN-NESEFÎ VE TEFSİRİ" isimli eserinden, iktibas edilmiştir. Ebu'I-Berekât en-Nesefî H. VII. asırda Mâverâu'n-Nehr bölgesinin yetiştirdiği büyük âlimlerden biridir. Zamanın büyük fakîh ve âlimlerin­den ders okumuş, yetiştikten sonra kıymetli eserler vücûda getirmiştir. Buna ilâveten Ebu 1-Berekât, medreselerde müderrislik yapmak suretiyle birçok talebe de yetiştirmiştir. Devrinin bir özelliği olmalı ki Ebu'I-Berekât çok yönlü bir âlimdir. Yalnız en güçlü olduğu saha fıkıh olup fıkhın hem usûl, hem de furûunda son derece faydalı eserler te'lif etmiştir. Eserleri üzerine yapılan şerh, haşiye, ta'lîka ve muhtasarlar, onun tesirinin asırlar boyunca devam etti­ğine delâlet eder. Fıkıh sahasında yazmış olduğu eserler, bu sahada Ha­nefî fıkhının temel metinlerinden olarak zamanımıza kadar okutula-gelmiştir. Onun fıkıh ve kelâm sahasındaki muvaffakıyyet ve bilgisinin tefsi­rine aksettiğinde şüphe yoktur. Tefsiri, gerek fıkıh ve gerekse kelâm yö­nüyle son derece kıymetlidir. Hemen hemen i'tikâdî bütün konularda tef­sirinde Ehlu's-Sunne ve'1-Cemâ'a dışında kalan mezheblere cevaplar vermiş; onların görüşlerini çürütebilmek için bütün maharetini kullanmış­tır. Kabul etmek gerekir ki bu konuların birçoğunda bazı dil ustalıkları ile meseleleri halletmeye çalışmış, zaman zaman muhalifi olduğu mezhebin ifadelerini aynen kullanmak zorunda kalmış ve buna rağmen yine karşı çıktığı mezheblerin görüşlerinin tersi neticeler çıkarmaya muvaffak ol­muştur. Tefsirinde kelâmı konularda başlıca muarızı Mu'tezile, fıkhı ko­nularda ise Şafiî mezhebidir. Bunların görüşlerini çürütebilmek için bü­yük çaba sarfetmiş olduğu görülüyor. Eseri Medâriku't-Tenzîl'in, Zemahşerî tarafından te'lif edilen Keş­şaftan ihtisar edilmiş olması, onun derecesini düşürmez. Zira bir eserin, hem de i'tikâdî konularda muarızı olan bir müellif tarafından manâsı, oriinalitesi ve nüktelerine halel getirmeden ihtisarı da başlı başına maha­ret, kabiliyet ve bilgiye dayanmaktadır. Bütün bunları ise Ebu'1-Bere-kât'da bulmak mümkündür. Ayrıca Zemahşerî'nin tefsirinde tasavvufa bir kelimeyle olsun yer verilmediği ve safîlerle tasavvufa karşı tavır alındığı, onlara karşı hakare-tâmiz ifadeler kullanıldığı halde Ebu'1-Berekât'm tefsirinde böyle bir şe- -ye raslanmaz. Aksine Ebu'I-Berekât yer yer mutasavvıfenin sözlerine e-serinde yer vermiş, onların nükteleriyle eserini süslemiştir. Ayrıca tefsir kaynaklarının başında el-Hasen el-Basrî gelmektedir ki birçok tarikatın silsilelerini bu zâta dayandırdığı bilinmektedir. Gerçi Ebu'I-Berekât, el-Hasen'den nakillerinde onun tasavvufî söz ve açıkla­malarına yer vermemiştir. Ama bunun yanında diğer meşhur mutasav­vıflardan Cuneyd, Zu'n-Nûn, Rebî' ibn Haysem, Mâlik ibn Dînâr, Sehl et-Tusterî ve Şiblî gibi birçoğunun sözlerine âyetlerin münasebeti ölçü­sünde yer vermiştir. Ebu'l-Berekât'm tefsiri dil sarf, nahv, belagat ve kıraat ağırlıklı­dır. Bu iki konuya -bu günkü şartlar muvacehesinde- gereğinden fazla yer verildiğini söylemek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Zira sadece anlaşılması müşkil âyetlerde değil, hemen bütün âyetlerdeki kıraat farklılıklarına ço­ğu kere bir yorum da getirmeksizin işaret etmiş, i'râbı son derece kolay ve anlaşılmasında herhangi bir işkâl olmayan âyetlerde dahi i'râba işaret etmiştir. Bu tür fazlalıktan olmasaydı müfessir, tefsirinin başında belirttiği gayeye ulaşmış ve "okuyanları uzunluğu ile usandırmayacak" bir tefsir vücûda getirmiş olabilecekti. Bununla birlikte fıkıh, kelâm, kıraat, dil ve belagat yönleriyle son derece câmî ve faydalı bir tefsir meydana getirmiş olduğu da eser ince­lendiğinde ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak Ebu'I-Berekât, Fahruddin er-Râzî, Zemahşerî ve Kâdî Beydâvî den sonra dar çerçevede Mâverâu'n-Nehr bölgesinde ve genelde İslâm âleminde İslâmî ilimler sahasında yetişen âlimler içinde mümtaz bir mevkiye sahip çok yönlü bir âlimdir. Kanaatimizce fıkıh ve kelâm sahalarındaki muvaffakiyetine ilâve­ten asırlar boyu medreselerde okutulan, Mâturidî ve Hanefi Mezheble-rinin görüşlerinin Kur'an'dan dayanaklarını muhtasar ve faydalı bir şekil­de takdim eden, Kur'an'daki belagat ve nüktelere vecîz bir şekilde temas eden son derece câmî bir tefsir meydana getirmiştir. Bir de herhangi bir müfessir ve eseri incelenip hüküm vermeye ça­lışırken zamanımız mantığı ve kültürü ışığında hüküm vermek yerine o zamanın şartlan, kültürü, bilgi birikimi, ihtiyaçları ve bu eserlerin muha-tablarının bilgi, kültür seviyelerinin göz önünde bulundurulması ve buna göre çok kesin hükümlerden kaçınılması kanaatimizce bir ilmî tarafsızlı­ğın gereğidir. [3] Hayatı Doğumu ve Memleketi Hafvzuddin[4] Ebu'I-Berekât Abdullah ibn Ahmed ibn Mahmûd en-Nesefî, bugün Özbekistan'da bulunan Soğd[5] ülkesindeki Nesef te[6] dün­yaya gelmiştir. Şehir Kaşka-Derya vadisinde bulunmaktadır. Vadide akan Keşk-Rûz[7] suyu güneyde, Semerkand suyu ile Zarefşan'a paralel olarak akar ve sonra Amu-Derya'ya döner. Fakat buna kavuşmadan çölde kum­lar arasında kaybolur. Bölgenin tek akarsuyu budur. Nesef şehri, Karşı nehrini teşkil eden iki çayın birleştikleri yerin yakınında kurulmuştur. Nehir şehrin içinden akmakta olup bazı senelerde tamamen kurumakta imiş.[8] Mu'cemu'l-Buldân'da bu sudan başka bölge­de akarsu bulunmadığı, nehrin kuruduğu senelerde bahçeleri sulamak ü-zere birçok kuyu bulunduğu kaydedilmektedir .[9] Nesef, Buhârâ-Belh yolu üzerinde, Buhârâ'ya dört, Belh'e de sekiz günlük mesafededir.[10] Şehir düz bir arazide kurulmuş olup Keş şehri tarafında şehre yak­laşık iki merhale mesafede dağlık arazi başlar. Ceyhun Amu-Derya nehri tarafına doğru ise arazi düz ve çöl halindedir. Nesef ve bölgesi çok mahsul yetiştirirdi.[11] Nesef, nehrin iki tarafında bahçeleri ve gezinti yerleri ile çok güzel bir şehir olup Cengiz Han'dan itibaren Moğollar tarafından yazlık karar­gâh olarak seçilmişti. Çağatay hanlarından Kebek[12] 1318-1326 ve Kazan Han öl. 347 M. tarafından burada saraylar yaptırılmış ve hem şehre, hem de o bölgeye "Saray" anlamında olmak üzere "Karşı" denilmiştir. Halen de bu adla bilinmektedir. Son derece müstahkem bir kalesi, etrafında dört büyük kapısı olan surları[13] bulunuyordu. Kale, Şıbanı Han ile Buhârâ hakimi Abdullah Han-a şiddetle mukavemet etmişti 965/1558. Önceleri yakınında bulunan Keş,[14] Nesef ten daha büyük iken son­raları Nesef onu gölgede bırakmıştır. 1920 yıllarında Buhârâ Hanlığı'nın ikinci büyük şehri olup yaklaşık nüfuslu bir şehir idi. Ebu'l-Berekât'm doğum tarihini kesin olarak bilememekteyiz. An­cak 642/1244-45 yıllarında vefat etmiş olan Şernsu'l-Eimrne Muhammed ibn Abdussettar el-Kerderî'den ders okuduğuna göre doğumunun bun­dan önce ve nisbet edildiği yer olan Nesef te H. VII. asrın ilk çeyreğinde olmalıdır. [15] Yetişmesi, Hocaları, İlmî Şahsiyeti Ve Talebeleri. Ebu'l-Berekât en-Nesefî, Şemsu'l-Eimme Muhammed ibn Abdus­settar el-Kerderî,[16] Hamiduddin ed-Darîr Ali ibn Muhammed er-Râmî-tîni[17] el-Buhârî[18] öl. 666/1267-68 ve Bedruddin Hâher-Zâde diye meş­hur olan Bedruddin Muhammed ibn Mahmûd ibn Abdülkerim el-Kerderî öl. 651/1253 [19]den ders almıştır. İmam Muhammed'in ez-Ziyâdât'mı Ahmed ibn Muhammed el-Attâbî'den okuyarak ondan rivayet etmiştir .[20] Ebu'l-Berekât daha ziyade Fıkıh sahası ile meşgul olmuştur. Fıkıh­ta hocaları Bedruddin Hâher-Zâde[21] ve Hamiduddin ed-Dârîr'dir.[22] Tahsilini bitirdikten sonra Ebu'l-Berekât müderrisliğe başlamış ve Kirman'daki el-Kutbiyye es-Sultâniyye medresesinde müderrislik yap­mıştır. Kenzu'd-Dekâik sarihlerinden el-Kirmânî'nin zikrettiğine göre Mecmeu'l-Bahreyn müellifi Muzafferuddin Ahmed ibn Ali es-Sâ'âtî, E-bu'1-Berekât'm Kenzu'd-Dekâik'ini bizzat müellifinden Kirman'daki adı geçen medresede okumuştur.[23] Buradan hareketle Ebu'l-Berekât'm, müderrisliği sırasında kendi eserlerini okuttuğunu ve belki de medreselere ders kitabı olmak üzere ba­zı eserler te'lif ettiğini söyleyebiliriz ki eserlerinden Kenzu'd-Dekâik'in 683/1284,[24] Kitâbu'l-Kâfî'nin de 689/1290 yıllarında[25] Kirman'daki medreselerde okutulmuş olduğunu biliyoruz. Meşhur talebeleri Mecmeu'l-Bahreyn müellifi Muzafferuddin ibn es-Sâ'âtî öl. 694/1294-95 ve el-Hidâye sarihlerinden biri olan Hüsa-muddin el-Huseyn ibn Ali ibn Haccâc es-Siğnâkî öl. 714/1314-15'dir.[26] Bazı seyahatler yapmışsa da bunlar hakkında maalesef bilgimiz yoktur. Sadece Bağdad'a olan seyahatini biliyoruz. Ancak buraya gidiş tarihi de ihtilaflı olup eî-Fevâidu'I-Behiyye'de onun, 700/1300-1301 yı­lında Bağdad'a geldiği ve burada el-Hidâye'yi şerh ettiği kaydedilmektedir .[27] Vefatının Bağdad dönüşü olmasına bakılarak buraya olan seyaha­tinin 710/1310 yılında olduğunu [28]söyleyenlerin görüşü daha isabetli gö­rünmektedir. Ebu'l-Berekât, Nesef te yetişen birçok âlim arasında mümtaz bir mevkiye sahip olup fıkıh, usûlü'1-fıkh, kelâm, hadis[29] ve tefsir sahaların­da temayüz etmiştir. Yazdığı eserler yanında müderrislik yapmak suretiy­le birçok talebe yetiştirmiş her yönüyle velûd bir âlimdir. Bazılarının onu "Mezhebde Muctehid"lerin sonuncusu olarak itibar ettiği de kaydedil­mektedir.[30] Bu da onun, Fıkıh sahasında ihraz etmiş olduğu mevkii en güzel şekilde belirtmektedir. Te'lif ettiği eserler genel bir kabule mazhar olmuş, medreselerde asırlar boyu okutulmuş , [31]kendi şerhlerine ilâve olarak sonra gelen âlimlerce de şerhleri, haşiyeleri ve muhtasarları yapılmıştır. [32] Vefatı Nesefî'nin 710/1310'da Bağdat'a gittiğini kaydetmiştik. İşte bu seyahatinden dönerken yolda Izec'[33] de 710 yılının rebîu'î-evvel ayında Ağustos 1310 vefat etmiş ve orada defhedilmiştir.[34] Eserleri Ebu'l-Berekât en-Nesefî, Türk-İslâm dünyasında velûd üretken âlim olarak tanınır. Eserlerinden birçoğu günümüze kadar gelmiş ve üzerlerinde birçok çalışmalar yapılmıştır. Yazdığı eserlerin bir kısmı ken­disi tarafından şerhedildiği gibi bir kısmı da daha sonra gelenler tarafın­dan şerhedilmiştir. Keza, bunların bir kısmına da haşiyeler yapılmıştır. Sonra bu şerh ve haşiyeler de ayrıca şerhedilmiş, muhtasarları çıkarılmış, çıkarılan bu muhtasarlar da yine şerhedilmiştir. Ebu'l-Berekât en-Nesefî daha ziyade bir hanefî fakîhi olarak bili­nir. En büyük eserleri de fıkıh ile ilgilidir. Bu bölgenin yetiştirdiği ve Muftî's-Sekaleyn adıyla şöhret bulan Ebû Hafs Ömer en-Nesefî öl. 537/ 1142 [35]kadar olmasa bile kelâm sahasında da kıymetli eserler meydana getirmiştir. Şimdi Ebu'l-Berekât en-Nesefî'nin eserlerini ve bu eserlerle ilgili yapılan çalışmaları bir liste halinde vermek istiyoruz 1. Fâide Muhimme li-Def i Külli Nazile Mulimme[36] 2. FedâihTl-A'mâl[37] 3. el-Kâfî el-Vâfî fTl-Furû' adlı eserinin şerhi olan bu eserini 684/1285-86 yılında tamamlamıştır[38] 4. Kenzu'd-Dekâik el-Vâfî isimli eserinin hülâsasıdır. Yaygın olarak vuku bulan hâdi­selere verilen fetvaları içerir.[39] Eser fakîhler tarafından çokça tutulmuş ve birçok şerhleri te'lif edilmiştir.[40] 6. el-Le'âlî'l-Fâhıra fî'Ulûmi'l-Âhıra[42] 7. el-Menâfi' Ebu'l-Berekât'ın, Naşiruddin Muhammed ibn Yûsuf öl. 656/1258 jn-Nâfi* fi'1-Furû' adlı eseri üzerine yazmış olduğu bir şerhtir.[43] 8. Menâru'l-Envâr Menâru'1-Usûl, el-Menâr fi'1-Usûl olarak da bilinen bu eserini mü­ellif, Fahru'l-İslâm el-Bezdevî öl. 482/1089 ve Şemsu'l-Eimme es-Se-rahsî Öl. 483/1090-91'nin eserlerinden ihtisar ederek meydana getirmiş­tir. Eserin pek çok yazması bulunmaktadır.[44] Ayrıca eser Dehli'de 1287, İstanbul'da 1315 ve 1326, Agra'da 1319-1320'de basılmıştır.[45] Müellifin bu eseri çok meşhur olmuş ve sonra gelen âlimler tarafın­dan birçok haşiye ve şerhleri yapılmıştır.[46] 9. Mi'yâru'n-Nazar[47] 10. el-Munevvir Kendi eseri olan el-Menâr üzerine te'lif çtmiş olduğu bir şerhtir.[48] 11. el-Musaffâ Ebû Hafs Ömer ibn Muhamrned ibn Ahmed en-Nesefî Öl. 537/ 1142'nin Manzûmetu'n-Nesefî fı'1-Hılâf ı üzerine te'lif etmiş olduğu el-Mustasfâ adlı eserinin muhtasarıdır. Müellif bu eserini 20 Şaban 670/22 Mart 1271 tarihinde tamamlamıştır. Bu eserinin sonunda şöyle demekte­dir "En-Nâfı'in şerhi olan el-Mustasfâ mine'l-Mustevfa'ı bitirince bazı kardeşlerim benden, Manzume Manzûmetu'n-Nesefî üzerine bir şerh yazmamı istediler. Ben de onu şerh ettim ve el-Musaffâ âdını verdim."[49] 12. el-Mustasfâ Ebû Hafs Ömer en-Nesefî'nin yukarda zikri geçen Manzume'si üzerine te'lif ettiği kolay bir şerhtir .[50] 13. el-Mustasfâ[51] Eş-Şeyhu'1-İmâm Nâşıru'd-Dîn Ebu'l-Kâsım Muhammed ibn Yû­suf el-Huseynî es-Semerkandî öl. 656/1258'nin en-Nâfi' fi'1-Furû' adlı eserine yazmış olduğu şerhtir. Ebu'l-Berekât bu eserini 665/1266-67 yı­lında ikmal etmiş ve gerekli gördüğü açıklama ve ilâvelerde bulunmuş­tur. Eserinin sonunda şöyle demektedir "Kitabda geçen el-Allâme, eş-Şeyhu'l-îmâm Şemsu'l-Eimme el-Kerderî'dir. el-Ustâz, Mevlânâ Hamiduddin'dir. el-Mebsût, es-Serahsî'-nin el-Mebsût'udur. Hepsi de el-Mebsût'dan nakledilmiştir"[52] 14. el-Mustevfâ Furû'u'l-Fıkh'a dair bir eseridir [53] 15. Şerhu'l-Hidâye[54] Şeyhu'l-İslâm Burhanuddin Ali ibn Ebî Bekr el-Merginânî öl. 593/1196'nin Furû'u'l-Fıkh'a dair olan el-Hidâye ale'l-Bidâye isimli e-seri üzerine te'lif etmiş olduğu bir şerhtir.[55] 16. Şerhu'l-Kasîdeti'l-Lâmiyye fı't-Tevhîd İmâmu'l-Harameyn Siracuddin Ebû Muhammed Ali ibn Osman el-Ûşî el-Ferğânî eseri el-Kasîdetu'1-Lâmiyye fı't-Tev­hîd adlı eseri üzerine te'lif etmiş olduğu bir şerhtir.[56] 17. Şerhu'l-Muntahab fî Usûli'l-Mezheb Muhammed ibn Muhammed ibn Ömer el-Ahsîketî Öl. 644/1247' nn el-Muntehab fî Usûli'l-Mezheb[57] adlı eseri üzerine te'lif ettiği bir şirhtir.[58] 18. Umdetu'l-Akâid[59] Ebu'l-Berekât bu eserini kendisi şerh etmiş ve el-İ'timâd[60] adını vermiştir. Umdetu'l-Akâid çok tutulan bir eser olup üzerine birçok şerh ya-'zılmıştır.[61] 19. el-Vâfîfi'1-Furû'[62] Furû'u'l-Fıkh'a dair bir eseridir. Eserin yazılış gayesi ve şekli hak­kında el-İtkânî, Gâyetu'l-Beyân'mda şu bilgiyi verir "en-Nesefî, el-Hidâye'yi şerh etmeye niyet ettiğinde zamanın bü­yük âlimlerinden Tâcu'ş-Şerî'a bunu duyar ve "Bu onun sânına yakış­maz. " der. Bunun üzerine en-Nesefî bu niyetinden vazgeçerek el-Hidâye gibi bir kitab yazmaya başlar ve el-Hidâye üslûbunda el-Vâfîyi meydana getirir. Sonra bunu şerh ederek el-Kâfî adını verir. Bu, el-Hidâye'nin şerhi gibidir."[63] 20. el-Vâfî Şerhu Muhtasari'l-Muntehâ[64] 21. Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl [65] MEDARIKU'T-TENZIL VE HAKÂİKU'T-TE'VÎL I - Medârikut-Tenzîl Ve Hakâikut-Te'vil Hakkında Genel Bilgiler A. Yazılış Gayesi Ebu'l-Berekât'dan önce, Giriş bölümünde de görüldüğü gibi birçok tefsir te'lif edildiği halde Ebu'l-Berekât bu tefsiri niçin yazmıştır? Bu ko­nuda şu ihtimaller akla gelmektedir 1- Giriş bölümünde de kaydettiğimiz gibi o bölgede ve İslâm âle­minde en meşhur tefsir o zamanda Zemahşerî'nin tefsiridir. Ama bu tefsir Mu'tezile mezhebini teyid eden te'villeri ihtiva etmektedir ve Ehlu's-Sunne akaidini aksettirecek tefsirlere ihtiyaç vardır. 2- Bu ihtiyaca cevap vermek üzere el-Kâdî el-Beydâvî tarafından Envâru't-Tenzîl adlı bir tefsir te'lif edilmişse de bu âlim Eş'arî mezhebi­ni iltizâm etmiş olduğundan te'villerinde ve Mu'tezile'ye cevaplarında kendi mezhebini teyid eden bir tavır takınmış görünmektedir. Dolayısıyla Mâturîdi mezhebinin görüşlerini aksettirecek tefsirlere ihtiyaç vardı. Da­ha önce de temas edildiği üzere İmâm Mâturîdî'nin tefsire dair "Te'vîlâ-tu'l-Kur'an'ı" varsa da Moğol istilâsı sırasında bölgedeki nüshalarının imha edilmiş olması ihtimal dahilindedir. Nitekim Ebu'l-Berekât'm İ-mâm Mâturîdî'den nakillerinde lâfız aynılığının bulunmamasını da buna bağlamak doğru olacaktır. 3- Zemahşerî'nin tefsiri dışındaki tefsirler ya usandıracak kadar u-zun, ya da çok muhtasardır. Dolayısıyla okuyanları uzunluğu ile usandır­mayacak, kısa olması dolayısıyla anlaşılması güç olmayacak vasat ha­cimde bir tefsire ihtiyaç vardı. 4- Son olarak, bölge halkının bu yoldaki istekleri de Ebu'I-Bere-kât'ı böyle bir tefsir yazmaya sevk etmiş olabilir. Nitekim, müfessir, tef­sirinin başında tefsiri niçin yazdığına işaretle "İsteğine icabet etmem taayyün eden bir zât benden te'vîlâta dair va­sat bir kitab yazmamı istedi. Bu kitab Ehlu's-Sunne ve'l-Cemâ'a'mn sözlerini içine alacak, bid'at ve dalâlet ehlinin bâtıl görüşlerinden hâli olacak, usan- dıracak kadar uzun, anlamı bozacak ve ihlâl edecek derecede kısa olmaya­caktı."[66] demektedir. Eserin özelliklerine ve bu girişe bakarak eserin yazılış gayesini şöy­lece özetleyebiliriz 1. Çevresinde bulunanlar kendisinden bir tefsir yazmasını istemiş­ler, o da bu arzuya uymuştur. Ancak müfessir, kendisinden bir tefsir yaz­masını isteyen ve "isteğine icabete müfessirin kendini mecbur hissettiği" bu zâtın ismini vermemektedir. 2. Kendisinden önceki tefsirleri ya çok uzun, ya da anlaşılamaya-cak veya faydalı olmayacak derecede kısa bulmuş ve orta hacimde bir tef­sir yazmak istemiş, böylece bu eserini meydana getirmiştir. 3. Bölgede -Ebu'l-Berekât'a göre- bid'at ve dalâlet ehlinin görüş ve te'villeri yaygındır. Bunların Kur'an'dan delillendirilerek cevaplandırıl­ması gerekmektedir. Bu da onu bu eseri yazmaya sevk etmiş ve eserinde Mu'tezile, Kerrâmiyye, Cehmiyye, Havâric gibi fırkaların görüşlerini, i-lerde de görüleceği üzere Kur'an'dan deliller getirerek çürütmeye çalış­mıştır. [67] B. Haşiyeleri 1- Abdulahad ibn İshâk el-Kandehârî, et-Tefsîru'1-Muzîl li Muğ-lakâti Medâriki't-Tenzîl. Eser Lahore'da 1904'te basılmıştır.[68] 2- İlâhdâd Ğaunpûrî öl. 923/1517 [69] 3- Muhammed Abdulhak el-Hindî, el-îklîl 'alâ Medâriki't-Tenzîl. Hindistan'da 1336'da basılmıştır.[70] 4- Şeyh Abdulhakim el-Efğânî.[71] 5- Mustafa Muhammed el-Hadîdî et-Tayr, Tavdîhu'n-Nesefî.[72] C. Muhtasarları 1- eş-Şeyh Zeynuddin Ebû Muhammed Abdurrahman ibn Ebî Bekr el-Aynîöl. 893/1487-88.[73] 2- Burhanuddin Muhammed ibn Muhammed en-Neseft öl. 687/ 1288. Herhalde Medâriku'1-Ukûl adlı eseri olsa gerektir.[74] 3- Ahmed ibn Aybek el-Imâdî öl. 893/1488.[75] 4- Ebû Abdullah Sıddîk ibn Ömer el-Heravî el-Mâturîdî.[76] Iı - Medarıku't-Tenzıl Ve Hakaıkut-Te'vıl İn Özellikleri Ve Kaynakları A. Özelliklerine Genel Bir Bakış Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl bazı özellikleriyle temayüz etmiş, İslâm âleminde çokça tutulmuş ve benimsenmiş bir tefsirdir. Mü­fessir, eserinin özelliklerini bizzat kendisi şöyle dile getirir "Bu kitab i'râb ve kıraat vecihlerini toplayacak, bedî' ve işârât ilimle­rini ihtiva edecek, Ehlu's-Sunne ve'l-Cemâ'a'nın sözlerini alacak, bid'at ve dalâlet ehlinin bâtıl görüşlerinden hâlî olacak, ne usandıracak kadar uzun, ne de anlamı ihlâl edecek ve bozacak derecede kısa olacak".[77] Gerçekten Ebu'l-Berekât'ın bu tefsiri, ilerde işaret edileceği üzere bütün bu özelliklere sahip bulunmaktadır. Eser oldukça kolay ve akıcı bir üslûbla yazılmıştır. Herhalde bu se­bepten olsa gerektir ki üzerinde fazlaca haşiye ve ta'lîka yapılmamıştır. Tefsirde ağırlık kıraat ve i'râba sarf ve nahv verilmiş görünüyor. İlerde misalleriyle görüleceği üzere kelâmı konulan ihtiva eden âyetlerin tefsirinde Ehlu's-Sunne ve'1-Cemâ'a mezhebinin görüşlerinin açıklanma­sına ve delillendirilmesine özen gösterilmiştir. Fıkhı hükümlerin dayanağı ve delili olan âyetlerde müfessirin, Ha­nefî mezhebinin görüşleri paralelinde hareket ettiği görülür. Eser, zaman zaman kıssalar, darb-ı meseller ve güzel sözlerle süsle­nerek aynı zamanda akıcılığı da sağlanmıştır. İlerde eserin ilgi alanına giren konulardaki özelliklerini daha ayrın­tılı bir şekilde vermek üzere burada bu kısa tavsif ile yetiniyor ve daha geniş çerçevede Özellikleri ile değişik sahalardaki kaynaklarını tanıtmaya geçiyoruz.[78] B. Medâriku't-Tenzîl'in Tefsir Kaynaklan Ebu'l-Berekât'dan önce gerek rivayet ve gerekse dirayet metoduyla birçok âlimin tefsir te'lif ettiği malûmdur. Müfessirimizin, eserinde ver­diği isimlere bakarak bunlardan özellikle rivayet tefsiri yönüyle çok isti­fade ettiğini görmekteyiz. Sahabe, tâbiûn ve etbâu't-tâbiînin Kur'an'in tefsirinde serdetmiş olduğu görüşleri, bazen bir âyetin tefsirinde birden fazla olarak ve kendi tercihini de belirtmeksizin nakletmiştir. Müfessirin, zayıf gördüğü rivayetleri genellikle lâfzı ile naklettiği dikkati çekmektedir. Zaten kaynak belirtmeden ve görüş sahibi­nin ismini vermeden bu görüşleri kaydetmesine bakarak, aldığı bu görüş­lere fazlaca itibar etmediğini, ancak eserine dercedilmesinde mahzur gör­mediğini düşündürtmektedir. Şüphesiz Ebu'l-Berekât, kendinden önce te'lif edilmiş dirayet tef­sirlerinden de istifade etmiştir. Gerçi yetiştiği devrede ve bölgede müdevven tefsir kitaplarının mevcut olduğunu pek sanmıyoruz. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi bunların hemen tamamı Moğol istilâsı ile yok edil­miş olmalıdır. Ancak, Zemahşerî'nin Keşşafından yaptığı nakillere ba­karak elinin altında bu tefsirden, bir nüsha bulunduğunu, en azından Keş­şafı okuduğunu farz etmek zorundayız. Biraz sonra misalleriyle de göre­ceğimiz üzere kelime kelime Keşşaftan nakillerde bulunmaktadır ki, bunların tamamının hafızadan tekrarı son derece güçtür. Medâriku't-Tenzîl'in tefsir kaynaklarını iki kısımda incelemekte fayda mülâhaza ediyoruz 1. Mahmûd ibn Ömer ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvî! fî Vucûhi't-Te'vîl 2. Diğer Tefsir Kaynakları[79] 1 - Mahmûd İbn Ömer Ez-Zemahşerî'nin El-Keşşâfı Medâriku't-Tenzîl'in tefsir kaynaklarının başında Ebu'l-Kâsım Mah­mûd ibn Ömer ez-Zemahşerî öl. 538/1144'nin el-Keşşâfı gelmektedir. Sanki Medâriku't-Tenzîl onun bir muhtasarı mahiyetindedir. Müfessirin, Zemahşer'înin ismini vermemesine rağmen yaptığı nakiller buna delâlet etmektedir. Bazen sayfalarca devam eden nakillere raslamak mümkündür. Tefsirde Zemahşerî'nin kendine has bir üslûbu vardır. Müfessir, Medâriku't-Tenzîl'de ondan yaptığı nakillerden birçoğunda onun üslû­bunu elbette aynen almış değildir. Ondan aldıklarını çok yerde endi üs­lûbu içinde tajcdim etmiştir. Zemahşerî genellikle tefsirinde dersen, ben de derim ki, şeklinde bir soru-cevap üslûbu kul­lanmıştır ki, çok az istisnası bir yana bu üslûb Medârik'te görülmemek­tedir. Ebu'l-Berekât'ın, Keşşaftan nakillerde bulunurken ondaki i'tizâlî görüşleri ayıkladığım ve bunları eserine almadığını da unutmamak gerekir .[80] Özellikle dil ve belagat konularında Ebu'l-Berekât, aynı zamanda bir nahv imamı olan Ebû İshak İbrâhîm ibn es-Seriyy ibn Sehl ez-Zec-câc'a dayanır. Fakat Zeccâc'dan yaptığı nakillerin de birçoğunu aynen Keşşafta bulmak mümkündür. Bu gibi yerlerde müfessirimiz Keşşafın adını zikretmeksizin doğrudan doğruya Zeccâc'dan naklediyormuş inti­baını vermektedir. Şimdi müfessirimizin ne dereceye kadar Keşşafın tesiri altında kal­dığını görelim Ebu'l-Berekât, çok az istisnası dışında, ısrarla isim vermemesine karşılık tefsirine Keşşaf tan çok şey almıştır. Keşşaftan aldıklarını bazı yerlerde değiştirip kısaltarak kendi üslubuyla takdim etmiştir. Yalnız iti-zâl akidesini aksettiren te'villerini ayıklamış; buralarda Mu'tezile'ye ce­vaplar vermiş ve Keşşaftan ayrılmıştır.[81] Bunların dışında Medâriku't-Tenzîl, bütünüyle Keşşafın bir hülâsasıdır dersek hata etmiş olmayız. Zi­ra bazen sayfalarca Keşşafın ibaresiyle bir aynılık arz etmektedir. Keşşaftan sonra gelen tefsirler için bu bir noktada kaçınılmaz ol­muştur. Zira onun, Kur'an'daki nüktelere ve Kur'an'ın i'câzına dair ser-dettiklerinin günümüze kadar aşılamadığı söylenebilir. Keşşaf ile Medârik arasındaki benzerliği üç bölümde toplayabiliriz a Müfessirin, kaynak göstererek Keşşaftan yaptığı nakiller Birinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/143 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/407, İkinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/144 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/407-408. Üçüncü misal için bakınız Nesefî, Medârik, 11/272 — Zemahşerî, Keşşaf, 11/390. Dördüncü misal için bakınız Nesefî, Medârik, III/181 — Zemah­şerî, Keşşaf, III/l 09. Beşinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, III/227 — Zemahşerî, Keşşaf, III/l 66. b Kaynak göstermeden ve fakat üslûbunu değiştirmeden aynen yaptığı nakiller Birinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/204 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/492-493. îkinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/210 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/506-507. Üçüncü misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/213 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/510-511. Dördüncü misal için bakınız Nesefî, Medârik, 11/64-65 — Zemah­şerî, Keşşaf, 11/95-96. Beşinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, III/239 — Zemahşerî, Keşşaf, 111/182-183. c Üslûbunu değiştirerek ve kısaltarak yaptığı nakiller. Birinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/3 — Zemahşerî, Keş­şaf, 1/24-26. İkinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, 1/281. Üçüncü misal için öakınız Zemahşerî, Keşşaf, 1/608 — Nesefî, Medârik, 11/61., Zemahşerî, Keşşaf, 11/89. Dördüncü misal için bakınız Nesefî, Medârik, M/95 — Zemah­şerî, Keşşaf, III/7. Beşinci misal için bakınız Nesefî, Medârik, IV/32 — Zemahşerî, Keşşaf, III/357-358.[82] 2 - Diğer Tefsir Kaynaklan Ebu'l-Berekât'dan önce küçümsenemeyecek bir birikim meydana getiren tefsir çalışmaları olduğu şüphesizdir. Hz. Peygamber Saiiaiiâhu Aley­hi ve Seiiem ile başlayan Kur'an tefsiri sahabe, tâbiûn ve etbâu't-tâbiîn de­virlerinde duraklamadan devam etmiş ve Kur'an'ın yorumu için sonra­kilere kaynak olacak tefsirler te' lif edilmiştir. İşte Ebu'l-Berekât, bu çalışmalardan sonra tefsir sahasında eser te'-lif ederken kendisini bunlardan müstağni görmemiş ve eserme sahabe, tâ-biûn ve kendisine kadarki müfessirlerin tefsire dair kavillerini de almıştır. Ebu'l-Berekât bunlar içinde sırasıyla en fazla Abdullah ibn Abbâs öl. 68/687-88, el-Hasen ibn Yesâr el-Basrî öl. 110/728, Abdullah ibn Mes'ûd öl. 32/652, Mucâhid ibn Cebr el-Mekkî öl. 103/721 ve Katâde ibn Di'âme es-Sedûsî öl. 117/735'den nakillerde bulunur. Sahabe devrinin mümtaz sımalarından olan ve kendisine "Tercu-mânu'l-Kur'an.[83] "Habru'1-umme [84]gibi unvanlar verilen; ayrıca Hz. Peygamber Saüaiiâhu Aleyhi ve seiiem'in duasına mazhar olan[85] İbn Abbâs'm tefsire ve özellikle "Mubhemâtu'l-Kur'an, Muşkilu'l-Kur'an ve Garîbu'1 Kur'an"a dair açıklamalarından kendisinden sonra gelen âlimler büyük ölçüde istifade etmişler, ve onun tevcihlerine, açıklamalarına eserlerinde yer vermişlerdir. Medâriku't-Tenzîl'de de özellikle mübhem, müşkil ve ğarîb lâfızların açıklanmasında çok kere İbn Abbâs'in açıklamalarına mü­racaat edilir.[86] Ebu'l-Berekât, İbn Abbâs Radıyaliahu Anh yanında onun müessisi ol­duğu Mekke Tefsir Ekolü rnüfessirlerinden olan Mucâhid'den de çokça nakillerde bulunur.[87] Abdullah ibn Abbâs'tan sonra müfessirin en çok nakilde bulunduğu şahabı Abdullah ibn Mes'ûd' Radıyaiiahu Anh dur.[88] Ebu'l-Berekât zaman zaman İbn Mes'ûd'un Radıyaliahu Anh kıraatine ve mushafına da işaret et­miş ve tevcihlerinde onun kıraati ile ihticâcda bulunmuştur. Aynca mü­fessirin, İbn Mes'ûd Radıyaliahu Anh/un önderliğinde teşekkül eden Irak Tefsir Ekolüne mensup tâbiûn devri müfessirlerinden el-Hasen el-Basrî[89] ve Katâde'den de[90] birçok nakilleri vardır. Elbette Ebu'l-Berekât'm tefsire dair nakilleri sadece bu müfessir­lerin kavillerinden ibaret değildir. Sahabe ve tâbiûn devri müfessirlerinden birçoğunun kavillerine Medârik'te işaret edilmiş, müfessirin tevcih­leri ve açıklamaları bunlardan yapılan nakillerle teyid edilmiştir. Ancak bu nakillerden birçoğunun ya aynen veya benzer lâfızlarla Zemahşerî'nin Keşşafında da bulunduğunu belirtmekte fayda vardır. Biz konuyu daha fazla uzatmamak için Ebu'l-Berekât'm, kavilleri­ne yer verdiği müfessirlerin sadece isimlerini vermekle iktifa edip bun­dan sonra müfessirin en kuvvetli olduğu ve en fazla temayüz ettiği sahası olan fıkıh konusuna; Medâriku't-Tenzîl'in fıkhı yönden özelliklerine ve fıkıh kaynaklarına geçeceğiz. Müfessirin kendilerinden nakillerde bulunduğu müfessirler sahabe­den Ebû Bekr Abdullah ibn Kuhâfe öl. 13/634,[91] Ebû Hafs Ömer ibn el-Hattâb öl. 23/Ö44,[92] Ali ibn Ebî Tâlib öl. 40/661,[93] Abdullah ibn Ömer öl. 73/ 692-93,[94] Ebû Zerr Cundub ibn Cunâde el-Ğıfârî öl. 32/Ö52[95] Ebu'd-Derdâ' Uveymir ibn Âmir el-Ansârî öl. 32/652 [96]'dir. Tâbiûn ve sonraki devir müfessirlerinden ise Ebû Şibl Alkame ibn Kays el-Kûfî öl. 62/681,[97] Ebu'l-Âliyye Refi' ibn Mihrân el-Basrî öl. 93/711-12,[98] Ebû Abdullah Urve ibn ez-Zubeyr ibn el-Avvâm öl. 93/ 712,[99] Ebu'l-Kâsım ed-Dahhâk ibn Muzâhim el-Horâsânî öl. 105/723-24 ,[100] Ebû Amr Âmir ibn Surahbîl ibn Abd es-Sa'bî öl. 109/727-28,[101] Ebû Abdullah Vehb ibn Munebbih es-San'ânî öl. 114/732,[102] Ebû Muhammed İsmâîl ibn Abdurrahmân es-Suddî öl. 127/744-45,[103] Ebu'n-Nasr Muhammed ibn es-Sâib el-Kelbî öl. 146/763-64,[104] Ebu'l-Hasen Mukâtil ibn Süleyman el-Horâsânî öl 150/767,[105] Ebû Abdullah Sufyân ibn Sa'îd ez-Sevrî el-Ansârî öl. 161/777-778,[106] Ebû Muhammed Suf­yân ibn Uyeyne el-Hilâlî öl. 198/ 813-14,[107] Ebû İshâk İbrahim ibn es-Seriyy ibn Sehl ez-Zeccâc öl. 311/923,[108] ve Burhanuddin Mahmûd ibn Hamza el-Mukrî 500/1107 yıllarında hayatta idi[109]'den nakilleri vardır. [110] C. Medâriku't-Tenzîl'de Kurân'i Kur'an İle Tefsir Bir müfessirin Kur'an'ı tefsirde birinci dayanak ve kaynağı yine Kur'an'in kendisidir. Müfessir önce Kur'an'da gördüğü mutlak ifadeleri takyîd, mücmelleri kapalı olanları beyân açıklama, 'âm genel olan ifadeleri tahsis eden âyetleri arar. Zira bir yerde mutlak olarak geçen bir hüküm başka bir yerde kayıtlanmış mukayyed, bir yerde mücmel olarak ifade edilen bir konu başka bir yerde geniş bir şekilde beyân edilip açıklanmış, bir yerde mubhem gizli bırakılan bir konu başka bir âyette beyân ve tefsir edilmiş olabilir ki müfessirin önce bunları araması gerekir. [111] Bu, Kur'an'ın tefsirinde birinci merhaledir. Şayet bizzat Kur'an'da, Kur'an'ı tefsir eden başka âyetler bulunmadı ise bu takdirde hadislere, sahabîlerin ve tâbiûnun sözlerine müracaat edilmiştir ki hemen bütün tefsirlerin Kur'an tefsirinde tuttukları yol budur. Ebu'l-Berekât da tefsirinde selefin bu yolundan ayrılmamış ve mü­nasebet kurabildiği ölçüde âyetlerde gördüğü kapalılıkları başka âyetleri delil getirerek gidermeye çalışmıştır. Bunun misalleri çok olmakla birlikte biz, konuyu uzatmamak için Ebu'l-Berekât'm Kur'an'ı Kur'an ile tefsire verdiği ehemmiyeti belirte­cek miktarda misalle yetinmek istiyoruz Misal - 1 El-Fâtiha/7 âyetinin tefsirinde Ebu'l-Berekât "kendilerine gazap olunanlar"m Yahudiler olduğunun söylenildiğini, bunun delilinin [112]âyeti olduğunu; âyetteki "dalâlete düşenler" in ise [113]âyetinin delaletiyle Hristiyanlar olduğunu ifade eder ve bu âyeti, zikri geçen âyetlerle tefsir eder.[114] Misal - 2 Ebu'l-Berekât, Kur'an âyetlerinden mutlak olanlarının diğer bir âyet tarafından takyîd edilebileceğini, 'âmm olanların tahsis edilebileceği­ni göz önünde tutmuş ve böyle yerlerde işaret etmeden geçmemiştir. Bu cümleden olarak a el-Bakara/173 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir "Size ancak ölü boğazlanan şeylerden tezkiye olunmamış halde ruh kendisinden ayrılan her bir şey haram kılındı." Ayetteki âyette zikredilenleri isbât, bunların dışındakileri de nefy içindir. Yanı size ancak ölü haram kılındı. "Ve kan da haram tylındı." Burada akıtılmış kan kastedilmektedir. Zira başka bir yerde [115]buyrulmuştur.[116] Yani burada mutlak olarak zikredilen "kan" diğer âyette "akıtıl­mış " sıfatıyla takyîd edilmiştir, b el-En'âm/108 âyetinde "Böylece her bir ümmete amellerini süs­ledik" buyuruluyor ki burada "ümmet" mutlak olarak zikredilmektedir. Müfessir burada ümmetlerin "kâfir ümmetler" olduğuna, yani bu âyetin umumî olan ifadesinin tahsis olunduğuna işaret ettikten sonra bunu tahsis eden âyetin[117] âyeti olduğunu kaydeder.[118] Misal - 3 Müfessir, Bakara Suresi 197. âyetinde geçen "el-fusûk" kelimesine muhtelif anlamlar vermekte ve verdiği bu anlamlan delülendirmeye özen göstermektedir. Bu âyetin tefsirinde "Ayetteki el-fusûk» günahlardır, ya da Müslümana sövmek fısktır» [119]hadisinin delaletiyle sövmektir" dedikten sonra üçüncü bir ihti­mal daha serdeder ve bu ihtimali başka bir âyetle delillendirerek "Ya da âyetteki "el-Fıısûk" [120]âyetinin delaletiyle lakablarla ayıplamaktır [121]der. Yani bu kelime bu âyette mücmel olarak geçmekte, diğer âyet ise bunu beyan etmektedir. Misal - 4 Müfessir, el-En'âm/121 âyetinin tefsirinde Kur'an âyetleri içinde mücmel olanların diğer bir âyet veya âyetler tarafından beyan edildiğine işaretle şöyle der "Ayetteki "fısk" mücmeldir ve [122]âyeti bunu beyan etmektedir. Böylece mananın takdiri Allah'tan başkasının ismi anılmış halde kesilen hayvanlardan yemeyiniz» şeklinde olacak ve bunun dışında kalanlar helâl kılıcı âyetlerin umûmî hükmü ile helâl ola­caktır". Misal - 5 Müfessir, Âl-i İmrân/120 âyetinde iyilik için "el-mess" dokun­mak, kötülük için ise "el-isâbe" isabet etmek fiilinin kullanıldığına i-; şaret ederek aslında bu iki fiilin aynı anlamda kullanılabileceğini kayde­der ve "Âyette geçen "el-mess" fiili, "el-isâbe" yerine kullanılmıştır ve sanki manâ, bir gibidir. Allah Teâlâ'nın[123] âyetini görmez misin?" diyerek bu âyette hem iyilik, hem de kötülük için "el-isâbe" fiilinin kullanıldığını belirtir. Misal - 6 Ebu'l-Berekât, en-Nisâ/119 âyetinde şeytanın sözünde geçen "Al­lah'ın yarattığını ya da yaratmasını mutlaka değiştirecekler" kısmına değişik açıklamalar getirmektedir. Bu âyetin tefsirinde a Yanlarında uzun süre kalmış develerin gözlerini oymak ve onu binmekten alıkoymak, ya da burmak suretiyle değiştireceklerdir. Bu, hay­vanlarda mubah, Adem oğlunda ise haramdır. b Dövme yapmak suretiyle, c Nesebini inkâr edip başka birisine ilhak etmek suretiyle, d ihtiyarlığı ihtiyarlıktaki beyaz saçları siyaha boyamak sure­tiyle, e Helâli haram, haramı da helâl kılmak suretiyle, f Erkeklerin kadınlaşması veya kadınların erkekleşmesi suretiyle değiştireceklerdir, dedikten sonra bunların dışında yedinci bir ihtimalin daha bulunduğuna işaretle şöyle der [124]âyetinin de delaletiyle bu, Allah'ın fıtratı olan İslâm dinini değiştirmele­ri, tebdil etmeleri ile olacaktır". [125] Misal - 7 Müfessir, en-Nisâ/160 âyetinin tefsirinde Yahudilere, zulümleri se­bebiyle haram kılman temiz şeylerin mücmel olarak zikredil di ğine işa­retle şöyle der "Bunlar [126]ayetinde zikredilen şeylerdir"[127] Bunlar da Ebu'l-Berekât'm işaret ettiği ayette zikredildiği üzere tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunların sırt ve bağırsakla­rında ya da kemiklerine karışmış durumda olanları hariç iç yağlarıdır.[128] Misal - 8 Ebu'l-Berekât, el-En'âm/34 âyetinde geçen "kelimâtullâh"m başka ayetlerde beyan edildiğine işaretle "kelimâtııllâh"ı O'.nun va'dleri, müj­deleri olarak, "Allah'ın kelimelerini değiştirecek de yoktur" kısmını da "Allah 'in va 'dlerini değiştirecek de yoktur" şeklinde tefsir eder ve[129] "[130] ayetlerini bu tefsirine delil getirir.[131] Müfessir bu tefsiriyle bu âyeti mücmel gördüğünü ve bu icmalin diğer âyetlerle kaldırı­larak beyan edildiğini ihsas etmektedir. Misal - 9 El-En'âm/57 âyetinde Hz. Peygamber Sallallaüâhu Aleyhi ve Sellem'in dilinden hikâye ile "Sizin acele olarak gelmesini, ta'cîlini istediğiniz şey benim yanımda katımda yoktur" buyuruluyor ve bu âyette "muhatabların ta'cîlini istedikleri şey" zikredilmiyor. Ebu'l-Berekât, muhatabların ta'cîlini istedikleri şeyin [132]ayetinde geçtiği üzere "gökten üzerlerine taş yağdırılması" olduğunu be­lirtir.[133] Böylece bu âyette mücmel bırakılan ve ismu'l-mevsûlü ile getirilen şeyin başka bir âyette "gökten üzerlerine taş yağdırılması şek­lindeki bir azab" olarak beyan edildiğini kaydeder. Misal - 10 El-Bakara/87 âyetinin tefsirinde Ebu'l-Berekât "Rûhu>l-Kuds"m[134] neler olabileceğine dair ihtimalleri serdeder. Bunlara göre Rûhu'1-Kuds a Kutsal ruh olabilir. Nasıl ki cömertliğe izafe edilerek "Hâti-mu'l-Cûd" deniliyorsa burada da ruha kutsallık izafe edilerek "Rûhu'l-Kuds " denilmiştir. b Cibril Aieyhi's-Seiâmf dır. Zira o, kalblere hayat verecek şeyleri ge­tirmektedir. Aynı zamanda Yahudiler Hz. İsa'yı Aleyhi's-Seiâm öldürmeye kastettiklerinde onu göğe kaldırmıştır. c Allah'ın en büyük ismidir. İsmu'llâhi'l-A'zam. Zira Hz. İsa aleyhi's-selâm onu zikretmek suretiyle ölüleri diriltiyordu. Bunların yanında müfessir bir ihtimale daha dikkati çekerek Rû-hu'1-Kuds'Ün "incil" olabileceğini söyler ve[135] âyetiyle bu âyet arasında bir bağ kurarak her iki âyette de "rûh" kelime­sinin "kitâb" anlamında; birinin Kur'an, diğerinin de İncil yerine kulla­nıldığını ifade eder.[136] D. Medâriku't-Tenzîrde Kur'an'ı Hadisle Tefsir Tefsirin Kur'an'dan sonra şüphesiz ikinci ve en önemli kaynağı Hz. Peygamber Ateyiv's-Seiâmfin hadisleridir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellemin bütün Kur'an'ı âyet âyet tefsir ettiği bilinmemekte ise de ashabı­na kapalı ve anlaşılmaz gelen âyetleri izah edip açıkladığı bir vakıadır. Sonra Kur'an'da gibi ibadetle igili olan ve kapalı bırakılan terimler geçmektedir. Bunların uygulamasının gösterilmesi Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bırakılmıştır. Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Kur'an'ı açıklaması kendi nefsinden olmayıp yine Allah Teâlâ'nın ta'lîmine dayanmaktadır. Nitekim Kur'an'da "O kendi hevâsıyla konuşmaz. Onun konuştuğu kendisine gönderilen bir vahyden ibarettir" [137]denilmektedir, ki bu da Hz. Peygamber'in Saüaiâhu Aleyhi ve Seüem tefsirinin ilâhî kaynaklı olduğuna işaret etmektedir. İlk tedvin edilen tefsirlerin Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem tefsire dair hadisleri toplayan eserler olduğunu daha önce ifade etmiş­tik. Bunlara et-tefsîr bi'1-me'sûr deniliyordu. Ancak bu, daha sonra te'lif edilen dirayet yorum tefsirlerinde hadislere yer verilmediği anlamına gelmez. Kur'an'ı dirayet yorum metodu ile tefsir edenler de zaman za­man Hz. Peygamber' in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem hadislerine müracaat etmiş­ler ve tefsirde -rivayet tefsirlerin deki kadar olmasa bile- hadislerinden istifade etmişlerdir. Özellikle Kur'an'daki müphemlerin ve mücmellerin açıklanmasında Hz. Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem açıklamaları müfessirlere ışık tutmuştur. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Kur'ân-daki bütün mübhemleri açıklamadığı da bir vakıadır. Değilse sahabeden bazılarının ve özellikle İbn Abbâs'ın Radıyaliahu Anh mübhemâta dair açık­lamalarına elbette gerek kalmazdı. Bundaki murâd-ı ilâhî ve hikmeti göz­den uzak tutmamak gerekir. Zaten daha önce Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Kur'an'ın bütününü tefsir edip etmediği konusundaki müna­kaşalara da yer vermiştik. Ebul-Berekât'm tefsin bir dirayet tefsiri sayılmakla birlikte hadis­lerden de çokça istifade ettiğini görüyoruz. Ancak rivayet tefsirlerinde görülen hadisleri senedleriyle birlike alma metodu burada yoktur. Müfessir, tefsirine aldığı hadislerin senedini bazen tamamıyle hazfederken belirtmezken -biraz ilerde misallerde görüleceği üzere- bazı kere ve nadi­ren de birinci râvisini vermektedir. O, genellikle hadisleri gibi ifadelerle verirken bazen da hadisleri manâ olarak rivayet etmek­tedir. Ebu'l-Berekât'ın hadisle fazlaca iştigal ettiğine dair bir kayda raslamamış bulunuyoruz. Ayrıca hadislerin seçiminde de fazla titiz davranma­dığı anlaşılmaktadır. Çünkü sahih hadislerin yanında özellikle bazı âyet ve sûrelerin faziletlerine dair rivayet edilen[138] zayıf hadisleri de eserine almıştır. Bununla beraber bir iki istisnanın dışında eserinde mevzu hadis olmadığı söylenebilir. Fıkıh ilminin hem usûlüne, hem de furûuna hâkim bir fakîh olarak ahkâm âyetlerinin tefsirinde Ebu'l-Berekât hadislerden çokça istifade etmiş; bu âyetlerin tefsirinde mezhebinin görüşünü kuvvetlendirmek üzere konu ile ilgili hadisleri de vermiştir. Uzun hadisleri bütünüyle ve tam olarak eserine almak yerine sade­ce âyetle ya da yaptığı te'vil veya tercihle ilgili kısımlarını rivayetle ye­tindiği ve bunda da tefsirin, sıkacak derecede uzun olmaması endişesinin açık olduğu açıktır. O, âyetlerin kendi mezhebini te'yid edecek şekilde anlaşılmasına yardım edecek, ya da âyetleri açıklayacak yerlerde âyetler-deki ibhâmı kapalılığı kaldıracak hadisleri almak suretiyle hadise müra­caat etmiştir. Kanaatimize göre geçmiş peygamberler ve ümmetlerin ahvâline, sûrelerin ve âyetlerin faziletlerine dair serdettiği hadislerin ihtiyatla karşı­lanması gerekir. Şimdi Ebu'l-Berekât'm hadisten nasıl istifade ettiğini ve Kur'an'ı hadisle tefsirde nasıl bir yol tuttuğunu misalleriyle görelim Misal - 1 El-Bakara/2 âyetinin tefsirinde müfessir "Şüphenin hakikati gönlün huzursuzluğu ve istikrarsızlığıdır" [139]de­dikten sonra bu izahına delil olarak şu hadisi zikreder Burada lâfız izahında şâhid olarak zikredilen hadis sahih hadisler­den olup sahih hadis kitablarında yer almaktadır.[140] Müfessir burada ha­disin senedini vermemiş ve diyerek hadisin met­nini vermekle yetinmiştir.[141] Misal- 2 El-Bakara/10 âyetinde Allah Teâlâ münafıkların "kalblerinde has­talık olduğunu" haber vermektedir. Bu âyette geçen "marad" hastalık kelimesini şüphe ve nifak ile tefsir eden [142]Ebu'l-Berekât "Yani şüphe ve nifak. Zira şüphe iki iş, durum hakkında tereddüt­tür. Münafık da mütereddittir" dedikten sonra bu açıklamasını teyiden [143]hadisini serdeder ve şöyle devam eder "Hasta ölümle hayat arasında mütereddittir gidip gelmektedir. Hastalık sıhhatin zıddıdır. Fesad bozukluk da sıhhatin mukabilidir. Böylece hastalık, her bir bozukluk ve şüpheye isim olmuştur. Nifak da kalpteki bir bozukluktur".[144] Müfessir burada hadisin isnadını vermek bir yana hadisin merfu, mevkuf veya munkatı olduğuna da işaret etmemiş, sadece diyerek hadisin metnini vermekle yetinmiştir.[145] Misal - 3 Müfessir, el-Bakara/45 âyetinin "Belâ ve musibetlere karşı sabret­mek ve bunların vukuu sırasında namaza sığınmak suretiyle yardım dile­yiniz" şeklinde anlaşılabileceğini söyledikten sonra [146]hadisini bu açıklamasına delil getirir .[147] Burada müfessir, açıklamasına Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellemin bir fiilini delil olarak alırken hadisin ne râvisini ne de isnadını zikretmemektedir .[148] Misal - 4 El-Bakara/48 âyetindeki "Ondan bir şefaat da kabul edilmeyecek­tir" ifadesinin zahirine dayanarak Mu'tezile'nin, şefaati inkârına karşı Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellemin bir hadisini delil getiren Ebu'l-Berekât, bu âyetin tefsirinde "Bu âyetle bu âyete dayanarak Mu 'tezile 'nin âsilere şefaati inkârı nefyetmesi kabul edilemez.[149] Zira burada,[150] kâfirlere şefaat nefyedilmiştir" dedikten sonra Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem in hadisini zikreder.[151] Burada da müfessir hadisin râvisini ve isnadını vermez. Ancak, demek suretiyle hadisin merfü' olduğuna işaret eder.[152] Misal - 5 El-Bakara/173 âyetinde "Ölü ve kanın haram kılındığı" ifade edil­mektedir. Âyette ölü ve kan mutlak olarak zikredilmiş olup müfessir bu hususa işaretle "İki ölü ve iki kan hadisle helâl kılınmıştır" diyerek[153] hadisini zikreder.[154] Burada müfessirin hadisi, âyetin umûmî olan hükmü­nü tahsis sadedinde zikrettiği dikkati çekmektedir. Hadiste, âyetin umûmî hükmünden çıkarılan iki ölünün balık ve çekirge, iki kanın da ciğer ve dalak olduğu ifade edilmektedir. Misal - 6 En-Nisâ717 âyetinde Allah Teâlâ, günahtan sonra "kısa bir zaman içinde tevbe edenlerin tövbelerinin kabul edileceğini" haber vermekte ve yakınlığı "Karîb" kelimesi ile ifade etmektedir. Buradaki "karîb" keli­mesi müphem olup hudutları tayin edilmemiş olduğundan Ebu'l-Berekât, bulduğu diğer delillerle bu kısa zamanın hudutlarım tayine çalışırken Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve sellem bir hadisini zikreder ki o da[155] hadisidir. Böylece müfessir, "kısa zaman "in günahın işlenmesiyle ölüm ara­sındaki zamana ıtlak edildiği neticesine varır.[156] Genelde olduğu gibi burada da hadisin isnadı verilmemiş, râvi ismi de zikredilmemiştir .[157] Misal - 7 En-Nisâ7176 âyetinde -ki Kelâle Âyeti olarak da bilinir- Ebu'l-Be­rekât, kelâlenin ne şekilde vâris ve mevrûs olacağı konusunda bilgi verir­ken "Şayet, Kardeşi sadece oğul mirastan düşürmez. Kardeşi miras­tan düşürmede baba da oğul gibidir. O halde niçin sadece oğulun zikredilmesiyle iktifa olundu?» dersen derim ki "Allah, oğulun kardeşi mi­rastan ıskatını beyan etti de babanın durumunu sünnetin beyanına bırak­tı ki O da Hz. Peygamber Sallallâlu Aleyhi ve Sellem'İn hadisidir [158]ve ba­ba kardeşten evlâdır"[159] diyerek hadisin, Kur'an hükümlerini tamamla­dığını belirtir. Misal - 8 El-En'âm/159 âyetinde "dinlerini bölüp parçalayanlar" zikredile­rek Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem onlardan sorumlu olmadığı belirtilmektedir. Ebu'l-Berekât, bu âyetin tefsirinde Yahudi ve Hristiyan-ların dinde ihtilâfları ve fırkalara ayrılmaları ile münasebet kurarak Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bir hadisini zikreder ki o da[160] Hadisidir.[161] Burada da hadisin isnadı ve râvisi verilmemiştir. Misal - 9 Et-Tevbe/112 âyetinde geçen "es-sâihûn" kelimesini "oruç tutan­lar" ile tefsir eden Ebu'l-Berekât, bu açıklamasına Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem [162]hadisini delil olarak zik­reder.[163] Burada müfessirin, hadisi kelime açıklamasına delil olarak serdettiğini görmekteyiz. Müfessir bu kelimenin açıklamasında daha başka ve-cihler de zikreder. Fakat sadece bu vechi delillendirdiğine bakılarak bu görüşü tercih ettiği anlaşılmaktadır. Misal - 10 Lokmân/6 âyetinde insanlardan bazılarının Allah'ın yolundan sap­tırmak için levhu'l-hadîsi satın aldıkları ifade edilmektedir. Müfessir, âyette geçen "levhu'l-hadîs"in ne olduğuna dair muhtelif ihtimaller serdettikten sonra âyette murad edilen sözün "çirkin söz" olduğunu ifade ile bu açıklamasını teyid etmek üzere hadisini serdeder.[164] Bu hadisin uydurma bir hadis olduğu el-Hadîsu'l Mevdu' söylenmiştir .[165] Ancak aynı hadisi Keşşafta da görüyoruz .[166] Herhalde müfessir, bu hadisi aynen ve sıhhatini araştırmaksızm Keşşaf­tan almış olsa gerektir. Misal - 11 El-Ahzâb/9 âyetinde Allah Teâlâ, Ahzâb günü müşriklerin üzerine "rıh ve onların görmedikleri ordular gönderildiğini'1 haber vermektedir. Ancak âyette geçen "rıh" kelimesi vasıfsız ve nekra olarak getirilmiş o-lup "her türlü rüzgâra" ihtimali bulunmaktadır. Müfessir, bu âyetin tefsi­rinde bu rüzgârın "Sabâ Rüzgârı" olduğunu belirttikten sonra bu tevcihi­ni hadisle teyid eder ve "Sabâ rüz­gârı ile yardım olundum. Ad kavmi de batı rüzgârı ile helak olmuştu» " hadisini [167]serdeder[168] Burada da hadisin ne râvisi, ne de isnadı zikredilmemektedir .[169] Misal - 12 El-Ahzâb/35 âyetinde zikredilen "tasadduk edici erkekler ve kadın­lar, oruç tutan erkekler ve kadınlar" isimlerinin kimlere ıtlak olunacağı sadedinde olmak üzere müfessir hadisini serdeder .[170] Ancak burada müfessirin hadisi, başka yerlerde serdettiği usul ve metodla değil de lâfzı ile zikretmesi câlibi dikkat­tir .[171] Bu tavrıyla müfessirin, hadisin zayıflığına işaret ettiğini sanıyoruz. Zaten hadise, müfessirin sevk ettiği lâfızlarla sahih hadis mecmualarında da raslayamadık.[172] Misal - 13 Fâtır/32 âyetinde Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve sellemin ümmeti içinde nefsine zulmedenlerin, salih amellerle kötü amelleri karıştıranların, hayırlarda yarışanların bulunacağı haber verilmektedir. Müfessir bu âyetin tefsirinde[173] Hadisini serdeder. Daha önce geçen misallerde müfessirin ne râvisini ne de isnadını vermediğini görmüştük. Burada ise hadisin isnadı yine veril­memekle birlikte ilk râvisi -ki Hz. Ömer'dir- ve hadisi hutbede Fâtır Sû­resinin 32. âyetini okuduktan sonra rivayet ettiği kaydedilmektedir. [174]Hadis, âyette geçen zümrelerin akıbetlerine bir açıklık getirmekte ve onu ta-marnlamaktadır. Misal - 14 Et-Tahrîm/8 âyetinde iman edenler tevbe etmeye çağrılırken bu tev­benin "nâsûh bir tevbe" olması istenmektedir. Ancak nasûh tevbenin na­sıl bir tevbe olduğu ve vasıfları belirtilmemektedir. Müfessir bu âyetin tefsirinde nasûh tevbenin ne olduğuna dair muhtelif kaviller zikrettiren sonra Hadisini[175] serdederek nasûh tevbenin tarifini hadis ile vermektedir. Müfessir burada diğer yerlerdeki hadisleri zikrettiği usulünden ay­rılarak hadisin merfû' olduğuna ifadesiyle işaret etmektedir.[176] Misal - 15 El-Kalem/51 âyetinin tefsirinde Ebu'l-Berekât, isâbetu'l-'aynın hak olduğuna delil olarak Hadisini [177]serdederek müşriklerin Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Selleme nazar yapmaya uğraştıklarını ve Allah Teâlâ'nın peygamberini bun­dan koruduğunu belirtir. Keza burada da hadisin râvisi ve senedi verilme­diği gibi merfû' ya da mevkuf olduğuna da işaret edilmez ve ifadesiyle hadisin metni verilir. [178] . Misallerin Değerlendirilmesi 1. Misallerde de açıkça görüldüğü üzere Ebu'l-Berekât, eserinde hadise küçümsenmeyecek derecede yer ve önem vermiştir. 2. Bir âyetin tefsirinde muhtelif tevcihler rivayet edilmişse bunları aynen eserine derceden müfessir bunlar arasında zaman zaman tercihler yapmış ve hadise istinad ettirdiklerini tercihe özen göstermiştir. 3. Müfessirin hadislerin rivayetinde muttarid bir usul takip etme­diği görülüyor. Ancak genelde hadislerin isnadlanm almamıştır. Yer yer ilk râvilerini zikremiş, çok kere bunu da ihmal etmiştir. 4. Müfessirin, hadisleri bir muhaddis titizlik ve Özeni ile rivayete dikkat etmediği, bazen muhtelif rivayetlerin lâfızlarını karışık olarak ver­diği, veya hadisleri manâ olarak rivayet ettiği bile görülmektedir. 5. Gerek gördüğü yerlerde hadisin merfu' olduğuna işaret etmiştir. Bu son derece azdır. Ancak şeklinde verdiği hadislerin mer­fû1 hadisler olduğu görülmektedir. 6. Müfessir, çok yerde hadislerin bütününü değil de tefsir ettiği âyetle veya tercih ettiği te'vil ile ilgili olan kısımlarım eserine dercetmiş-tir. 7. Hadis kritiğine girmemiş, hadislerin sıhhat dereceleri hakkında değerlendirmeler yapmamıştır. 8. Kavlî sünnetin yanında fiilî sünnete de eserinde yer vermiş, Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem in fiilini de delil olarak yeri geldikçe kullanmıştır. 9. Hadisleri bazen kendi tevcih ve açıklamalarına delil olarak ser-dederken bazen da kendisi hiçbir tevcihte bulunmaksızın sadece hadisi, âyetin tefsiri olarak sevk etmiştir. 10. -Çok az istisnasıyla- uydurma ve zayıf hadislere yer vermemiş­tir. Eserde geçen hadislerin çoğunluğu ya aynen, veya benzer lâfızlarla sahih hadis mecmualarında yer alan hadislerdir. Zayıf hadislerin çoğu ise bazı sûre ve âyetlerin faziletleriyle ilgili olanlarıdır. [179] E. Medâriku't-Tenzîl'de Esbâbu'n-Nuzûl Hz. Peygamber SaiMiâhu Aleyhi ve Setiemfe yöneltilen bir soru veya bir olay dolayısıyla bir veya birkaç âyetin, ya da bütünüyle bir sûrenin nü­zulüne âmil olan şeye "Sebebu'n-Nuzûl",[180] çoğuluna da "Esbâbu'n-Nu­zûl" denilir. Kur'an'daki her âyetin muayyen bir sebebe müsteniden nazil oldu­ğu vâki değilse de birçoğunun nüzulünden evvelki bir hâdiseye müstenid olduğu söylenebilir. Nüzul sebepleri herhangi bir hâdise olduğu gibi Hz. Peygamber'e yöneltilen sorular karşısında onun tarafından halledilmesi veya cevaplandırılması gereken bazı müşkiller ve meseleler de olabilir.[181] Tefsirde, bazı âyetlerin hakîkî manâlarını daha iyi anlayabilmek için bunların nüzul sebeplerini de bilmek icap eder. Böylece manâ daha kolay anlaşılmış olur. Müfessirlerin birçoğu bazı müşkil âyetlerle karşı­laştıklarında bunların nüzul sebeplerini öğrendikten sonra müşkilleri ve tereddütleri zail olmuştur.[182] Muhtelif âyetlerin nüzul sebeplerini ancak o âyetlerin nüzulünü biz­zat müşahede eden veya sebeplerini yakından bilip bundan bahseden sahabeden rivayet veya semâ' işitme yoluyla nakl ve izah olunabilir.[183] Ashabın bu konudaki haberleri -diğer haberlerinin mevkuf sayıl-ması yanında- el-Hadîsu'1-Musned olarak kabul edilmiştir.[184] Esbâbu'n-nuzûle dair yazılan müstakil eserler[185] yanında tefsirler­de de nüzul sebebi bilinen âyetlerden Önce ya da sonra o âyetin nüzulüne sebep olan hâdise anlatılır veya âyet kimler hakkında nazil olmuşsa belir­tilir. Özellikle rivayet metoduyla telif edilmiş tefsirlerde bunun Örnekleri pek çoktur. Âyetlerden çıkarılacak hükümlerin istihraç ve istinbâtında Önemli bir yeri olduğu için dirayet metoduyla yazılmış tefsirlerde de es­bâbu'n-nuzûle gerekli ehemmiyetin verildiğini görüyoruz. Ebu'l-Berekât da tefsirinde esbâbu'n-nuzûle gerek önemi vermiş ve kendisine bu konuda ulaşan hemen bütün haberleri değerlendirerek âyet­lerin nüzul sebeplerini eserinde belirtmeye çalışmıştır. Bazen bir âyetin nüzul sebebi olarak birden fazla olay naklettiği de görülür ki burada şu ihtimaller akla gelmektedir O âyetin nüzul sebebi ile ilgili olarak gelen rivayetlerden biri sahih, diğeri zayıf olabilir. Ama müfessir her ikisini de zikretmektedir. Bu du­rumda zayıf olan rivayet atılıp, diğeri tercih olunabilirdi. Fakat müfessir, rivayetler arasında herhangi bir değerlendirmeye girmemektedir. Nüzul sebebine dair gelen rivayetlerin ikisi de sahihtir ve aralarında tercih yapılamamaktadır. Bunun için her ikisini birden serdetmiştir. Bu durumda o âyetin iki kere nazil olduğu akla gelebilir.[186] O âyetin nüzulüne tekaddüm eden olay birden fazla olabilir ve âyet bu olayların hepsi için nazil olmuş olabilir ki bu durumda herhangi bir tercih söz konusu olmayacaktır.[187] Ancak Ebu'l-Berekât, nüzul sebeblerini verirken böyle bir değer­lendirmeye gitmemekte, rivayetleri tenkide tâbi tutmamakta, sadece esbâ-bu'n-nuzûle dair kendisine ulaşan ve bulabildiği rivayetleri nakletmekle yetinmektedir. Ancak nüzul sebebini verirken kullandığı ifadeler onun, bu rivayetler arasında tercihte bulunduğu intibaını vermektedir. Şöyle ki 1. Bir âyetin nüzul sebebini kaynak belirtsin veya belirtmesin ma'-lûm mâzî sîğasıyla şeklinde veya râvisini belirterek veriyorsa bu, onca makbul ve sahih bir rivayettir. 2. şeklinde meçhul mâzî veya şeklinde meçhul muzârî sîğasıyla nüzul sebebini naklediyorsa bu, diğerleri kadar sahih bir rivayet değildir. 3. diye başlayarak nüzul sebebi naklediyorsa bu da sahih olmamakla birlikte tefsirine almakta mahzur görmediği rivayetler olma­lıdır. Müfessir bu türden nakilleri ikinci veya üçüncü nüzul sebebi olarak vermektedir. 4. şeklinde veriyorsa genelde bu, anlatılan olayın o âyet veya âyetlerin hükmüne dâhil olduğuna delâlet etmektedir. Daha açık bir ifade ile o olayın âyetin nüzul sebebi olması ihtimali yanında âyetin hükmünün o olay hakkında da geçerli olduğu anlatılmak istenmek­tedir. Her halükârda Ebu'l-Berekât, nüzul sebebleri üzerinde önemle dur­muş, sahih veya zayıf olduğuna bakmaksızın bulabildiği kadarıyla nüzul sebeblerini muhtasar da olsa tefsirine dercetmiştir. Medâriku't-Tenzîl'deki esbâbu'n-nuzûle dair ibarelerden bazılarını bir fikir vermek gayesiyle buraya almakta fayda mülâhaza ediyoruz Misal - 1 "Daha önce Musa'dan istenildiği gibi siz de peygamberinizden istekte bulunmak mı istiyorsunuz?" mealindeki el-Bakara/108 âyetinin nüzul sebebi hakkında müfessir şunları anlatır "Rivayet olunduğuna göre Kureyş Ey Muhamrned, bize Safa tepesini altın yap ve bize Mekke toprağım genişlet» dediler. Bunun üzerine Hz. Musa Aleyhi's-selâm'ya kavminin Bize ilâh yap» demek suretiyle teklifte bulunması gibi Hz. Peygamber'den Sallaitâhu Aleyhi ve Sellem mu'cize gös­termesi teklifinde bulunmaktan men'edildiler".[188] Ebu'l-Berekât burada nüzul sebebini şeklinde meçhul mâzî sîğasıyla ve râvisini zikretmeden anlatmıştır. Ayrıca bu olayın nüzul se­bebi olduğunu da tasrîh etmemiştir. Misal - 2 "Nereye yönelirseniz Allah 'in yönü ciheti oradadır" buyrulan el-Bakara/115 âyetinin nüzul sebebini anlatırken müfessir şöyle der "İbn Ömer Radıyaifahu Anh'den rivayet edildiğine göre bu âyet yolcunun binit üzerindeki namazı hakkında nazil olmuştur. Biniti nereye yönelirse yönetsin namazı sahih olur. Denildi ki Bir grup kıbleyi bilemedi de muhtelif yönlere doğru na­maz kıldılar. Sabah olunca hatalarını anladılar ve bunda mazur görüldü­ler. Bu, kıbleye arkasını dönerse namazı sahih olmaz» diyen Şafiî'ye karşı biz im lehimize hüccettir.[189] Müfessir, burada nüzul sebebini verirken kimden rivayet edildiğini de belirtmiştir. Bunun yanında lâfzı ile ikinci bir nüzul sebebi da­ha vermiş ve bunu İmam Şafiî'ye karşı delil olarak kullanmıştır. Böylece âyetten hüküm istinbâtmda nüzul sebebine dayanmıştır. Nüzul sebebinin sonunda âyetten müstefâd hükmü de verdiğine gö­re burada verilen nüzul sebebinin, aynı zamanda âyetin hükmüne dâhil bir olay olarak telâkkisi de mümkündür. Misal - 3 El-Bakara/187 âyetinin nüzul sebebi hakkında müfessir şunlan an­latır "Kişi akşamladığında yatsı namazını kılıncaya veya uyuyuncaya kadar yemek, içmek ve cima' etmek kendisine helâl idi, İftar etmeden yat­sı namazını kıldığında veya uyuduğunda ertesi günün akşamına kadar ye­mek, içmek ve kadınlar la cima' etmek kendisine haram olurdu haram kılınmıştı. Sonra Ömer Radıyaliahu Anh yatsı namazından sonra ailesiyle temasta bulundu. Guslettiğinde ağlamaya ve kendini ayıplamaya zem­metmeye başladı. Hz. Peygamber'e gelerek yaptığını haber verdi. Hz. Peygamber Saüaiiâhu Aleyhi ve Sellem de Sen buna lâyık değildin» buyur­dular. Bunun üzerine "Oruç gecesi kadınlarla cima" size helâl kılındı" âyeti nazil oldu".[190] Burada bu âyetin nüzul sebebi olan olay anlatılırken hâdisenin kim­den nakledildiği, başka bir ifade ile râvisi belirtilmemiş; ancak şeklinde mâzî ma'lûm sîğası ile vak'a verilerek böylece bunun nüzul sebebi olduğu belirtilmiştir. Misal - 4 En-Nisâ743 âyetinin nüzul sebebi hakkında müfessirimiz şunları anlatır; "İçki mubah iken Abdurrahman ibn Avf yemek ve içki hazırlamış ve sahabeden bir grubu davet etmişti. Yediler, içtiler ve aralarından birini akşam namazını kıldırmak üzere imam olarak öne geçirdiler. O da el-Kâfırûn Sûresini De ki ey kâfirler, ben sizin yaptığınıza tapıyorum. Siz de benim taptığıma tapanlarsınız.» şeklinde yanlış olarak okudu. Bunun üzerine Ey iman edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın...» âyeti nazil oldu.[191] Misal - 5 EI-En'âm/25 âyetinin nüzul sebebi, müfessirin zikrettiğine göre şöyledir "Rivayet edildiğine göre Ebû Sufyân, el-Velîd, en-Nadr, ve benzeri kimseler Hz. Peygamber'in Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Kur'an okumasını dinlemek üzere toplandılar, en Nadr'a — Muhammed ne diyor?» dediler. O da — Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in ne dediğini bilmiyorum. Ancak o dilini hareket ettiriyor ve benim size geçmiş asırlardan haber ver­diğim gibi evvelkilerin masallarım söylüyor» dedi. Ebû Sufyân — Muhakkak ki ben onu hak gerçek olarak görüyorum» deyince Ebû Cehl — Asta/» dedi ve — "Onlardan seni dinleyenler vardır ki bi onların kalblerine örtüler koyduk..." âyeti nazil oldu.[192] Müfessirimiz burada da zikretmiş olduğu nüzul sebebinin kimden rivayet edildiğini belirtmemekte, sadece lâfzı ile nakletmekle yetinmektedir, Olayın sonunda tabiri ile anlatılanın nüzul sebe­bi olduğunu da ayrıca belirtmiştir. Misal - 6 Cibril Aleyhî's-Selâmf in dilinden hikâye ile "Biz ancak Rabbının em­ri ile ineriz" buyrulan Meryem/64 âyetinin nüzul sebebini Ebu'l-Berekât şöyle anlatır "ibn Abbâs 'tan rivayet ediliyor Hz. Peygamber — Ey Cibril, bizi ziyaretinden daha fazla ziyaret etmene manî olan nedir?» demişti. Bunun üzerine — Biz ancak Rabbının emri ile ineriz...» âyeti nazil oldu.[193] Görüldüğü gibi Ebu'l-Berekât burada nüzul sebebine dair haberin Abdullah ibn Abbâs'tan rivayet edildiğini belirterek râvinin ismini açık­ça zikretmiştir. Misal - 7 En-Nûr/33 âyetinin "İffetli olmak istediklerinde cariyelerinizi zina­ya zorlamayın' kısmının nüzul sebebi, müfessirimizin zikrettiğine göre şu olaydır "İbn Ubeyy'in altı cariyesi vardı "Mu'âze, Mesîke, Umeyme, 'Am-re, Urvâ ve Katile. Onları zinaya zorlardı ve üzerlerine vergiler koy­muştu. Onlardan ikisi Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e gelerek durumdan şikâyette bulundular,. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu". [194] Misal - 8 El-Ahzâb/1 âyetinin nüzul sebebine dair müfessir şu bilgiyi verir "Rivayet edildiğine göre Ebû Sufyân, 'İkrime ibn Ebî Cehl ve E-bu'l-A'ver es-Sulemî Uhud harbinden sonra Medine'ye gelmişler ve Ab­dullah ibn Ubeyy'e inmişlerdi. Hz. Peygamber Sallaliâhu Aleyhi ve Sellemde sadece onunla konuşmaları şartıyla kendilerine emân vermişti. Onlar dediler ki — Bizim ilâhlarımızı kötülükle, kötü olarak zikretmeyi bırak ve onların fayda vereceklerini, şefaatte bulunacaklarım söyle». Bu konuda mü­nafıklar da onlara iştirak edince Müslümanlar onları öldürmeye kalkıştı. Bunun üzerine Eypeygamber, Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme..,» âyeti nazil oldu".[195] Misal - 9 "İman ettikten sonra kâfir olan ve küfürleri artanlar..." mealindeki Al-i İmrân/90 âyetinin tefsirinde müfessir "Yahudiler hakkında nazil ol­muştur. " dedikten sonra "Veya dinden dönüp de Mekke'ye iltihak edenler hakkında nazil olmuştur"[196] diyerek iki nüzul sebebini birden serdeder ve aralarında her­hangi bir tercih de yapmaz. Her iki nüzul sebebini veriş üslûbu aynıdır. Her ikisinde de rivayetin kimden geldiği tasrih edilmemiştir.[197] Misal - 10 "A 'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri dön­dü..." mealindeki Abese Sûresinin ilk âyetlerinin nüzul sebebi hakkında müfessirimiz şu bilgiyi verir "Ayetteki a'mâ, Abdullah ibn Umm Mektûm'dur. Umm Mektûm, onun babasının annesidir. Babası da Şureyh ibn Mâlik'tir. Hz, Peygam­ber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem 'in yanına gelmişti. O sırada o, 'in eşra­fını islâm'a davet ediyordu. Onun kavim ile meşgul olduğunu bilmeye­rek Ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana öğret» dedi ve bunu tekrarladı. Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, İbn Umm Mek­tûm 'un sözünü kesmesinden hoşlanmayarak yüzünü ekşitti ve ondan yü­zünü çevirdi. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu"[198] F. Medâriku't-Tenzîl'de Dil Ve Belagat 1. Dil Ve Belagat Kaynaklan Bilindiği gibi Arab dili grameri sahasında Ebu'l-Berekât'dan önce söylenmesi gerekenler söylenmiş, nahvciler arasında uzun süren tartışma­lardan sonra bir takım nahv ekolleri teşekkül etmişti. Bunlardan müfes-sirimizi a Basra, b Küfe, c Bağdad nahv ekolleri ilgilendirmektedir. Basra nahv ekolü bunların en eskisi olup hemen bütün İslâm dün­yasında kabul görmüştür. Küfe ekolü ise daha sonra teşekkül etmiş ve Basralılarla aralarında birçok münazara ve münakaşalar cereyan etmiştir. Bu iki ekolden sonra ortaya çıkan Bağdad ekolü ise daha ziyade bunların birleştirici bir sistem kurmaya, geliştirmeye çalışmıştır. Basra ekolünü nahv ilminin kurucusu dilci, muhaddis ve aynı za­manda şâir olan Ebu'l-Esved ed-Duelî öl. 69/689'nin kurduğu rivayet edilir. Ebu'l-Esved ed-Duelî bu ekolün kurucusu olduğu gibi aynı zaman­da ilk hocası olup birçok talebe yetiştirmiştir.[199] Basra ekolünü geliştirip prensiplerini belirleyenlerin başında el-Halîl ibn Ahmed el-Ezdî el-Ferâhîdî öl. 170/786 ve onun İranlı talebesi Sîbeveyh öl. 180/796? gelmektedir. Nahv sahasında ilk eser olan el-Ki-tâb bu âlimindir. Bunları Sîbeveyh'in talebesi olan Sa'îd ibn Mes'ade Ebu'1-Hasen el-Ahfeş öl. 221/835 ve Kutrub Ebû Ali Muhammed ibn Ahmed el-Mustenîr öl. 206/821 takip eder . [200]Basra navhcileri arasında mümtaz bir mevkii olan ve Sîbeveyh'in el-Kitâb'mdan daha tertipli olan el-Muktadab'ın müellifi Muhammed ibn Yezîd el-Ezdî el-Muberred'i öl. 286/899 de unutmamak gerekir."[201] Kûfe'de Ebû Ca'fer Muhammed ibn Ebî Sara er-Ru'âsî öl. 187/ 803 tarafından temelleri atılan Küfe nahv ekolü ise Ru'âsfnin talebesi ve aynı zamanda yedi kıraat imamından biri olan Ebu'l-Hasen Ali ibn Hamza el-Kisâî öl 189/805 tarafından geliştirilmiş ve ekolün prensipleri tes-bit edilmiştir.[202] Kisâî'den sonra bunun talebesi Ebû Zekeriyyâ Yahya ibn Ziyâd el-Ferrâ' öl. 207/823 gelir. Bu zât aynı zamanda bir müfessir olup daha Önce de zikrettiğimiz gibi Me'âni'l-Kur'an adlı tefsiri nahv yö­nüyle son derece önemli ve kıymetlidir.[203] Bu ekolün son mümessili ola­rak Ahmed ibn Yahya ibn Seyyar Sa'leb öl. 291/904 gösterilir.[204] İlk dönemlerde Basra veya Küfe nahvcilerinin yolunu takip eden Bağdadlılar H. IV. asrın başlarından itibaren bu iki ekolün görüşlerini bir­leştirerek yeni bir usul geliştirmişlerdir. Böylece bir de Bağdad nahv eko­lü teşekkül etmiş oldu. Ebu'l-Kâsım ez-Zeccacî öl. 337/949, Ebû Ali el-Fârisî öl. 377/ 987 ve Ebu'1-Feth Osman ibn Cinnî öl. 392/1001-1002 gibi âlimlerin temsil ettiği bu ekol, Basra ve Küfe ekollerinin görüşlerini birleştirerek onların çalışmalarına uzlaştırıcı bir yön vermişlerdir.[205] Bunlardan İbn Cinnî'nin elliden fazla eseri olup özellikle- sarf il-mindeki çalışmaları ile şöhret kazanmıştır ve sarf ilminin mimarı olarak tanınmaktadır.[206] Bağdad nahv ekolünü, nahvde müteahhirûndan sayılan Ebu'l-Kâ­sım Mahmûd ibn Ömer ez-Zemahşerî, Ebu'l-Berekât Abdurrahman ibn Muhammed ibn el-Enbârî öl. 577/U8İ ve Ebu's-Se'âdât Hibetullâh ibn Ali ibn eş-Şecerî öl. 542/1148 gibi dilciler devam ettirmişlerdir.[207] Ebu'l-Berekât'dan önce teşekkül eden nahv ekollerine böylece ve kısaca bir göz attıktan sonra şimdi de müfes s irimizin tefsirinde kaynak olarak yararlandığı dilciler ve Medâriku't-Tenzü'in dil kaynaklan hak­kında bilgi verelim. Ebu'l-Berekât, nahv ve i'râbla ilgili tevcîh ve te'villerinin birçoğu­nu Basra nahv ekolü mensuplarından el-Halîl ve Sîbeveyh'e dayandırır­ken nâdir de olsa Küfe ekolünden el-Ferrâ'a dayandığı da vâkidir. Bunu normal karşılamak gerekir. Zira daha önce de ifade ettiğimiz gibi dil ko­nularında esas kaynak olarak Ebû İshâk îbrahim ibn es-Seriyy ibn Sehl ez-Zeccâca dayanmış ve nakillerini ondan yapmıştır.[208] Zeccâc ise nahvi hem Basra, hem de Küfe ekolünün üstadlarrndan almıştır. Basra ekolü­nün mümessillerinden el-Muberred ve Küfe ekolünün mümessillerinden Sa'leb onun hocaları arasındadır. Ebu'l-Berekât nahv âlimlerinden el-Halîl ibn Ahmed ibn Amr eî-erâhîdî el-Basrî,[209] Ebû Bişr 'Amr ibn Osman ibn Kanber -Sîbeveyh olarak bilinir-,[210] Ali ibn Hamza ibn Abdullah el-Kisâî,[211] Kutrub Ebû Ali Muhammed ibn Ahmed el-Mustenîr el-Başrî,[212] el-Ferrâ' Ebû Zekeriy-yâ Yahya ibn Ziyâd ed-Deylemî,[213] Ebû 'Ubeyde Ma'mer ibn el-Musen-nâ el-Basrî öl. 210/ 825,[214] Sa'îd ibn Mes'ade Ebu'l-Hasen el-Ahfeş el-Evsat öl. 221/845,[215] Muhammed ibn Yezîd ibn Abdu'l-Ekber el-Ez-dî Ebu'l-Abbâs el-Muberred,[216] el-Mufaddal ibn Seleme ibn Asım el-Kûfî öl. 164/780?'den[217] nakillerde bulunmuştur. Bunların yanı sıra Türk asıllı İsmâîl ibn Hammâd el-Cevherî öl. 393/1003'den nakillerine de raslan maktadır.[218] 2. Dil ve Belagat Yönünden Özellikleri Ebu'l-Berekât, tefsirinde dil, i'râb ve belagat konularına oldukça geniş yer ayırmıştır. Ayetlerde geçen edebî san'atlara, bazen bu san'atları tarif ve izah ederek, bazen da uygulama şekillerini açıklayarak işaret et­miştir. Bunda Zemahşerî'nin büyük tesiri olsa gerektir. Ebu'l-Berekât, tefsirinin büyük bir kısmını bu konulara ayırmıştır. Belki de Arab olmadığı için -ve bir de zamanın âdetine ve modasına uya­rak- dildeki edebî san'atlar ve bunların Kur'an'daki uygulanış şekillerini detaylı bir şekilde anlatma ihtiyacı duymuştur. Böylece eseri okuyacak­lara dilin bütün inceliklerini vermek istemiş; Kur'an'm i'râb ve belâga-, tine işaret ederken Arab dilinin sentaksını da vermeye çalışmıştır. Tefsirinde vermiş olduğu gramerle ilgili malûmata bakarak Ebu'l-Berekât'ın, Arab dilinin gramerini çok iyi bildiğini ve hattâ zamanına ka­dar teşekkül etmiş nahv ekolleri arasındaki ihtilâflara varıncaya kadar ihatalı bir şekilde vâkıf olduğunu söyleyebiliriz. Ebu'l-Berekât, Basra ve Küfe nahv ekolleri arasındaki ihtilâflara tefsirinde sık sık temas etmektedir. Bazen aralarındaki ihtilâfı nakletmek­le yetinirken bazen aralarında"' tercih yapmakta ve Basra ekolünün gö­rüşlerini kabul eder görünmektedir. Ama genelde iki ekolden birini tama-miyle reddetme yerine te'lifçi uzlaştırıcı bir tavır takındığı da dikkati çekmektedir. Daha önce de zikrettiğimiz gibi dil konularında Zeccâc ve Zemahşerî'ye dayanmasının bunda rolü büyüktür. Ebu'l-Berekât, tefsirinde dil konularına -günümüz şartlarına göre-haşviyyât sayılabilecek derecede fazla yer vermiş; i'râbı son derece açık ve kolay âyetlerde dahi i'râba işaret etmiştir. İ'râb ve kıraate dair ibarele­ri çıkarıldığında tefsirinde pek fazla bir şey kalmadığı görülmektedir. Bu genel tavsiften sonra müfessirirnizin dil ve belâgate dair verdiği bilgileri Belagat, Dil ve sentaks şeklinde ikiye ayırarak misallendirmek istiyoruz [219] A Belagat Misal- 1 Müfessir el-Bakara/16 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir "Ed-Dalâlef orta yoldan itidalden sapmak ve hidayeti kaybetmek- tir. Dilde evini kaybetti» denilir. Burada da dalâlet, dinde doğrudan ayrılıp gitmek yerine mecazen isti'âre tankıyla kullanılmıştır... Kazancın ticarete isnadı, isnâd-ı mecazîdendir. Manâsı "Ticaretle­rinde kâr etmediler" olacaktır. Zira ticaretin kendisi kâr etmez ticareti yapan kâr eder. Yukarda dalâletin, hidayet yerine satın alınması meca­zen zikredilince hemen peşinden bunların terşîhi olarak yani isti'âra muraşşaha kâr ve ticaret zikredilmiştir".[220] Misal - 2 Ebu'l-Berekât el-Bakara/18-19 âyetlerinin tefsirinde şunları söyler "Ayette istiare değil teşbîh-i belîğ vardır. Zira musteârun leh ben­zetilen zikredilmiştir ki onlar da münafıklardır, istiarede ise musteârun leh benzetilen zikredilmez ve kelâm ondan hâlî kılınır [221]... Daha bir açıklık getirmek üzere Allah Teâlâ burada onların durumu hakkında ikin­ci bir temsil daha getiriyor. Birinci tem şilde münafık, ateş yakana, iman izhar etmesi aydınlanmaya, ondan fayda lanmasının kesintiye uğraması da ateşin sönmesine benzetildi. Burada ise İslâm dini bol, bereketli yağ­mura benzetildi. Zira yeryüzünün yağmurla dirilmesi gibi kalbler de onunla dirilir. Kâfirlerin münafıkların İslâm dini ile ilgili şüpheleri ka­ranlıklara, ondaki va 'd ve va 'îdler müjde ve tehditler gök gürültüsü ve şimşeğe, Müslümanlar tarafından uğratıldıkları korku ve musibetler de yıldırımlara benzetildi... Bu, eşyanın eşyaya birden çok şeyi yine birden çok şeye benzetilmesidir. Ancak müşebbehler zikredilmemiş sanki istia­reye benzer bir şekilde getirilmiştir. Ancak sahih olan, her iki temsilin de mürekkeb temsillerden Temsilî Teşbih olduğudur[222]... Allah Teâlâ önce münafıkların dalâlete düşmelerini, sonra düştükleri hayret ve şaşkınlığı vasfetmiş; sonra onların bu hayret, dehşet ve zor durumlarını gecenin ka­ranlığında yakmış olduğu ateş sönen kimsenin katlanmak zorunda kaldığı duruma; ikincisinde de onların halini gecenin karanlığında göğün, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım korkusuyla yakaladığı kimsenin haline benzetmıştır .[223] Misal - 3 Müfessir, İbrâhîm/3 âyetinin tefsirinde "Onlar uzak bir sapıklık içindedirler" yani haktan uzak bir sapık­lık. Sapıklığın uzaklıkla nitelenmesi isnâd-ı mecazîdendir. Gerçekte uzaklık, sapıklıkta olan içindir. Zira hak yoldan uzaklaşan odur. Ancak onun yerine fiili bu sıfatla nitelenmiştir" [224]diyerek burada bir mecâz-ı ak­lî bulunduğunu belirtmiş ve tevcihini de yapmıştır. Misal - 4 Müfessir, en-Nûr/39 âyetinin tefsirinde şöyle der "Kâfirlerin amelleri Önce, menfaatinin olmaması ve zararının bu­lunması yönüyle seraba benzetildi. Onu uzaktan görüp de aldanan kişi yanma vardığında hiçbir şey bulamaz. Ancak seraba aldanıp da bir şey bulamayan kimsede olduğu gibi bunların hiçbir şey bulamamaları üzüntü ve kaybı ile yetinilmez de onları ateşe atmaya hazırlanan zebani­leri de yanıbaşlarında buluverirler. Allah Teâlâ onların amellerini, ikinci olarak, bâtıl olmaları ve hak nurundan hâlî olmaları sebebiyle karanlık ve siyahlıklarından denizin derinliği, dalgaları ve bulutlardan oluşan kat kat karanlıklara benzetti"[225] Müfessir burada teşbihin uygulanışını ve teşbihin türünü belirtmeksizin, âyette bulunan teşbihi tarif etmeden sadece benzeyen, kendisine benzetilen ve benzetme yönünü göstermekle yetinmiştir. [226] B Dil ve Sentaks Misal - 1 Ebu'l-Berekât, el-Bakara/24 âyetinin tefsirinde şöyle der "Halil'den rivayet edildiğine göre 'in aslı idi. Ferrâ'a göre 'dır, ancak elifi nûna çevrilmiştir. Sîbeveyh'e göre ise te'-kidli nefy-i istikbâl için konulmuş bir harftir".[227] Misal - 2 Yine el-Bakara Sûresinin 72. âyetinde de şöyle diyor kelimesinin aslı 'dur. Tahfif için ve idgam mümkün olsun diye harfini, kelimenin ilk harfi olan 'e çevir­diler. Sonra idğamın mümkün olması için kelimesinin ilk harfi olan sakin kılındı. Zira idğamın şartı, birinci harfin sakin olmasıdır. Sakin ile başlanamayacağı için başına vasi hemzesi ziyade edildi ve böylece oldu.[228] Misal - 3 Müfessir, el-Bakara/130 âyetinin tefsirinde de şöyle der inkâr anlamında istifhamdır. Yani İbrahim milleti dini olan apaçık Hak'tan akıllılar içinde yüz çevirecek kimse olamaz, kelimesi Zeccâc 'dan da nakledildiği üzere sünnet ve yol anlamına gelir. 'deki 'daki zamirden bedel olarak mahallen merfû'dur. Çünkü 'da kelâm mûceb müsbet değildir. Nitekim sözünde olduğu gibi. Bu durumda anlam İbra­him'in dininden ancak nefsini bilmeyenler yüz çevirir.» şeklinde olacak­tır. burada anlamındadır. Yani bunlar kendisi üze­rinde düşünmeyenler» dır. fiili yerine konuldu da aynen -onun gibi müteaddî oldu. Ya da anlam Nefsinde sefih oldu» şeklindedir de Musa kavminden seçti»[229] kavlinden harfu'l-cerrinin; Farz olan bekleme müddeti dolmadan m' kıymaya azmetmeyin» [230]kavlinden harfu'l-cerrinin hazfedüdiği gibi buradan da l5 » harfu'l-cerri hazf edilmiştir. Her iki açıklama da Zeccâc 'dan nakledilmiştir. Ferrâ', 'nun temyiz olarak mansüb olduğunu söylemişse de ma 'rife olduğu için bu görüş zayıftır. [231] Misal - 4 Müfessir, el-Bakara/217 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir "Yani büyük günahtır. Ayetteki kıtal kelimesi mübtedâdır. Kebîr kelimesi de haberidir. Nekre ile başlamak nekrenin mubtedâ olması bu­rada caizdir. Zira ile tavsif edilmiştir nekre mevsûfe... kelimesi mübtedâdır,kelimesi de kelimesi üzerine atfedilmistir. kısmı da üzerine atfedilmiştir. Yani manâ Allah yolundan ve Mescid-i Haram'dan bir menetmedir» şeklin­dedir. " "Ferrâ', 'deki zamire ma'tüf olduğunu sanmıştır ki bu durumda anlamı Allah 'ı ve Mescid~i Haram 'ı inkârdır» şeklindedir." "Basralılara göre ise mecrûr zamire atf, ancak harfu 'l-cerrin iade­siyle tekranyla mümkündür. Meselâ denilemez- An­cak denilebilir. Şayet deki zamir olan 'ya ma'tûf ol­saydı denilmesi gerekirdi." [232] Misal -5 Ebu'l-Berekât, ez-Zumer/49 âyetinin tefsirinde şöyle der "Sûrenin başındaki benzeri bir âyetin[233] ile atfedilmesi ya­nında bu âyetin ile atfedilmesinin sebebi, Önce geçen Yalnız Al­lah zikredüdiğinde âhirete inanmayanların kalbleri bundan tiksinir. Ondan başkası zihedildiğinde de bir bakmışsın yüzleri gülüyor.»[234] âyeti­nin müsebbebi durumunda olmasıdır. Şu anlama ki Onlar, Allah'ın zik­rinden tiksinir hoşlanmazlar ve diğer ilâhların zikrinden hoşlanırlar. Onlardan birine bir kötülük dokunduğunda zikrinden hoşlandığına değil de hoşlanmadığına dua eder.» Arada bulunan âyetler i'tirâziyyedir... "Sûrenin başında geçen birinci âyette ise durum böyle değildir ve o, müsebbeb olarak vâki olmamıştır. Kendisinden önceki cümle ile mü­nasebeti vardır ve dolayısıyla ile atf edilmiştir. Aynen Zeyd kalktı ve Amr oturdu» cümlesinde olduğu gibi. " "Bu âyetin müsebbeb durumunda olmasının açıklamasına gelince Sen Zeyd Allah 'a inanır ve ken­disine bir kötülük dokununca ona iltica eder.» dersin. Buradaki sebep­lendirme sebep-müsebbeb bağı açıktır. Sonra sen şöyle dersin ZeydAllah'ı inkar edendir ve kendisine bir zarar dokunduğunda ona iltica eder.»" "Burada da ikinci cümleyi, daha önceki misalde olduğu gibi geti­rirsin yani ile atfedersin. Sanki kâfir, Allah'a, mü'minin ilticası gibi iltica ettiğinde, ilticaya sebep kılması yönüyle küfrünü imanın yerine koymuş oluyor .[235] G. Medâriku't-Tenzîl'de Kıraat Ebu'l-Berekât tefsirinde kıraate çok önem vermiş ve hemen hemen bütün kıraatlere işaret etmeye çalışmıştır. Tefsirin mukaddimesinde de işaret ettiği üzere bu tefsir, kıraat vecihlerini hâvi bir tefsirdir. Tefsire e-sas aldığı kıraatler el-Kırââtu'l-'Aşr on kıraat olmakla birlikte zaman zaman Hz. Osman'ın mushafından ayrı olarak Hz. Ali, Abdullah ibn Mes'ûd ve Ubeyy ibn Ka'b'm Radıyaüahu Anhum mushaflarmdaki vecihlere de işaret etmektedir.[236] Bilindiği üzere İslâm âleminde meşhur olmuş on kurrâ' vardır. Bunların kıraatlerini rivayet eden ikişer râvisi, bu râvilerin de sayıları muhtelif olan tankları vardır. İslâm âleminde kıraat vecihlerini toplamaya Endülüs âlimlerinden sonra en çok itina gösterenler Türkler olmuştur. Bu sebeple Ebu'l-Berekât'm tefsirinde kıraate ağırlık vermesi tabiî karşılan­malıdır kanaatindeyiz. Ayrıca tefsirde kıraat vecihlerini bilmenin tesiri ve faydası da unutulmamalıdır. [237] I. Kıraatler Bakımından Özellikleri Ebu'l-Berekât tefsirinde kıraat vecihlerine üç şekilde işaret etmek­tedir a İbare ile açıklamak suretiyle Müfessir, tefsirine esas aldığı kıraatin dışındaki vecihlerin, esas al­dığı kıraatten ne ile ayrıldıklarını kendine ait ibarelerle, fiil ise babını da belirtmek suretiyle verir. Meselâ el-Bakara/97 âyetindeki kelimesinin kırâatindeki vecihleri şöyle belirtmektedir "Mekki[238] 'in fethası, 'nın kesrası ve 'siz olarak; Hafs dışında Kufi [239]'nın ve 'in fethası ve 'nin meddi işba'ı ile; diğerleri ise 'siz, 'nın ve 'in kesrasıyla okumuşlardır . Yine misal kabilinden olmak üzere el-Ahzâb/4 âyetindeki kelimelerindeki kıraat vecihlerine nasıl işaret ettiğini görelim "Kufi ve Şâmî [240]hemzeden sonra[241] yâ ile şeklinde; Nâfi \ Ya'kûh ve Sehl 'nin çoğulu olarak şeklinde okumuşlardır. Âsim babından olarak şeklinde - Sen bana anne­min sırtı gibisin» dediği zamanda kullanılan bâbdır-. Ali, Hamza ve Halef şeklinde;[242] Şâmî anlamında ve babından olarak şeklinde; başkaları da anlamında olmak üzere babından şeklinde -ki bu takdirde fiil uzaklaşma, anlamı taşır- okumuşlardır". b Hafta göstermek suretiyle Esas aldığı kıraatten ayrılan kıraatlerde kelimenin veya kelimelerin yazılışı gösterip ayrıca izaha girişmez. Meselâ el-A'râf/165 âyetindeki kelimesindeki vecihleri "Şâmî Medenî [243]vezninde olmak üzere Hammâd'ın dışında Ebû Bekr şeklinde okumuşlardır"[244] şeklinde;[245] el-Kehf/109 âyetindeki kelimesindeki kıraat farkını "Hamza ve Ali şeklinde okumuşlardır" şeklinde; Yûsuf/49[246] âyetindeki kelimesindeki kıraat farkını "Hamza şeklinde okur" [247]olarak gösterir ve izah etmez. c Hareke ile Esas kıraatin dışındaki kıraatlerde kelimenin harekeleri değişiyorsa kelime veya kelimeleri ayrıca yazıp üzerlerine hareke koymak suretiyle gösterir. Meselâ Al-i İmrân/52 âyetindeki kelimesindeki kıraat farkını gösterirken sonundaki yânın üzerine fetha koyarak bunu Medeni­nin kıraati olarak;[248] yine-aynı sûrenin 124. âyetindeki en" meşindeki vecihleri Şâmî kıraati için üzerine fetha, üzerine şedde ve fetha koyarak, Ebu Hayve'nin kıraati için üzerine sükûn ve 'ya kesra koyarak,[249] et-Tevbe Sûresinin 53. âyetindeki kelime-sindeki Hamza ve Ali kıraatlerini 'in üzerine damme koyarak;[250] eş-Şûrâ/23 âyetindeki kelimesinde Mekkî, Ebu Amr, Hamza ve Ali kıraatlerini üzerine fetha, üzerine sükûn ve üzerine damme koyarak ve şeddesiz halde göstermiştir.[251] Şunu da belirtelim ki bunlardan ikinci ve üçüncü neviden kıraate işaretleri az olup daha sağlam olan ibare ile açıklamaya önem vermiştir. Ebu'l-Berekât, genelde kıraat farklılıklarını yorumsuz bırakmakla beraber bazen sarf ve nahv de dâhil olmak üzere i'râbda;[252] bazen tefsir ve açıklamalarında;[253] bazen da fıkhı tevcihlerinin del il lendir ilmesinde[254] kırâatlardan istifade etmiştir. [255] 2. Kıraatlerine Yer Verdiği Kâriler Ebu'l-Berekât tefsirinde el-Kurrâ' el-Aşera ismi verilen imamlar­dan Nâfi' ibn Abdurrahman ibn Ebî Nu'aym Öl. 169/785 ile iki râvisi Kâlûn Ebu Musa İsa ibn Mînâ öl. 220/835 ve Verş Osman ibn Sa'îd el-Mışrî öl. 197/812'nin;[256] İbn Kesir Abdullah ibn Kesir öl. 120/737 ile1 iki râvisinden el-Kunbul Ebu Amr Muhammed ibn Abdurrahman el-Mahzûmî öl. 291/ 903'nin;[257] Ebu Amr Zeban ibn el-Alâ' et-Temîmî öl. 154/770'nin;[258] Ebu İmrân Abdullah ibn Âmir el-Yahsûbî öl. 118/ 736 ile iki râvisinden Ebû Amr Abdullah ibn Ahmed ibn Zekvân el-Kuraşî öl. 242/856'nin;[259] Asım ibn Ebi'n-Necûd öl. 127/745 ile iki râvisi Ebû Bekr Şu'be ibn Ayyaş el-Kûfî öl. 193/805 ve Ebû Ömer Hafs ibn Süleyman el-Kûfî öl. 180/ 796'nin;[260] Ebû Ammâre Hamza ibn Habîb el-Kûfî öl. 156/772 ile iki râvisinden Ebû Muhammed Halef ibn Hişâm el-Bağdâdî öl. 229/843'nin;[261] Ebu'l-Hasen Ali ibn Hamza el-Kisâî öl. 189/805'nin;[262] Ebû Ca'fer Yezîd ibn Ka'kâ' el-Mahzûmî öl. 130/747'nin;[263] Ebû Muhammed Ya'kûb ibn îsâk el-Hadramî öl. 205/ 820 ile iki râvisinden Ravh ibn Abdu'l-Mu'min el-Huzelî öl. 234/ 848'nin;[264] Ebû Muhammed Halef ibn Hişâm el-Bezzâr el-Bağdâdî öl. 229/843'nin[265] kıraat vecihlerine yer vermekte ve bu imamlar ile râvileri arasındaki kıraat farklılıklarına işaret etmektedir. Müfesir, bu on kurrâ ile bunların râvilerinen başka, râvilerden kıra­ati alarak nakleden tanklardan bazılarının da ihtilâflarına işaret etmek­tedir. Bunlar arasında en fazla ismi geçenler Abdülhamid ibn Salih ibn Âdân el-Burcumî öl. 230/844-45, Ebû Sa'îd Abdû'l-Melik ibn Karîb el-Bâhilî Ebû Zeyd Abdurrahman ibn Abdullah el-Has'amî Ebû Ömer Hubeyre ibn Muhammed el-Bağdâdî, Ebu'l-Munzîr Nuşayr ibn Yûsuf er-Râzî öl. 240/854-55, Ebû Yûsuf Ya'kûb ibn Muhammed el-A'şâ el-Kûfî öl. 200/815-16? ve Ebû Ali Zeyd ibn Ahmed ibn îshâk el-Hadramî olarak sayılabilir.[266] Ebu'î-Berekât, kıraat imamlarından bir belde veya bölgeye mensup olanlar bir kıraatte birleştiklerinde, onların isimlerini ayrı ayrı saymak ye­rine bazı remizler kullanmıştır. Bu kabilden olmak üzere kullandığı re­mizlerden a Medenî îmam Nâfî' ve Ebû Ca'fer'e, b Kûfî İmam Asım, Hamza ve Kisâî'ye, c Mekkî İmam İbn Kesîr'e, d Şâmî İmam İbn 'Âmir'e, e Basrî; İmam Ebû 'Arar ve Ya'kûb'a, j Bağdadî İmam Halefe, g Hicazı Mekke ve Medine kurrâsı olan İmam Nâfî', Ebû Ca'fer. ve İbn Kesîr'e delâlet etmektedir.[267] h Irâkî Küfe, Basra ve Bağdad kurrâsı olan İmâm 'Asim, Hamza, Kisâî, Ebû Amr, Ya'kûb ve Halef bu zât aynı zamanda İmâm Hamza'-mn râvîsidir' e delâlet etmektedir. [268] H. Medâriku't-Tenzîl'de Tasavvuf İslâm'da tasavvuf cereyanı çok erken dönemlerde başlamıştır. Hz. Peygamber ve ashabının yaşayışlarındaki zühd ve takva yönü, özellikle fitne devirlerinde daha bir özenle alınarak yaşanmış; Emevîler devrinde bu zühd ve takva hareketi, sür'atle inkişaf ederek tasavvuf adıyla bir ilim olarak ortaya çıkmıştır. Hasen el-Basrî ve Râbi'a el-Adeviyye öl. 135/ 752 bu hareketin ilk temsilcileri olarak kabul edilmektedir.[269] Böylece başlangıçta ferdî ve dînî bir hareket halinde gelişen tasavvuf, H. II-III. asırlarda bir ekol haline gelmiştir.[270] Hz. Peygamber'in SaiiaMhu Aleyhi ve Seiiem ve ashabının, tefsire dair kavillerinin rivayetinden ibaret olan rivayet tefsiri yanında, dirayet yoluy­la Kur'an âyetleri tefsir edilmeye başlanınca, çeşitli mezheblere mensup kimselerin, âyetleri kendi mezheb ve görüşlerine destek olacak şekilde te'vile yöneldikleri görülür. Bu yüzden mutasavvıflar da kendi görüşleri­ni Kur'an âyetleri ile açıklamaya başlamışlar; ma'rifet, zühd, takva, mu­habbet, şükür, sabır gibi mefhumlardan bahseden âyetlerin kendi nokta-i nazarlarını te'yid eder şekilde tefsir ve te'villerini rivayete özen göster­mişlerdir. Bilâhere bunlardan bir kısmı daha da ileri giderek Kur'an âyetle­rinin zahir manâlarını tamamen bir tarafa bırakıp, ilham ve keşf yoluyla muttali olduklarını iddia ettikleri bâtını manâlarla Kur'an'ı tefsir etmek istemişlerdir.[271] Burada şunu da belirtelim ki, bunlar sünnete bağlı mutasavvıfe arasında itibar görmüş değildir. Medârik'te açıkça tesiri görülen Keşşaf müellifi Zemahşerî'nin, tasavvuf ve mutasavvıfeye karşı olan tu­tumunda bu hususu gözden uzak tutmamak gerekir. Mâverâu'n-Nehr bölgesine İslâm'ın girmesiyle beraber tasavvuf! cereyanlar da girmiş ve gelişmiştir. [272]Tasavvufa müsait bir zeminde Tür­kistan'da H. VI ve VII. asırlarda ortaya çıkan Yeseviyye tarikatı kısa bir zamanda gelişerek önce Şeyhim çevresiyle Taşkent civarında tutulmuş, sonra da Harezm ve Mâverâu'n-Nehr'de yayılarak kuvvetlenmiştir.[273] E-bu'1-Berekât'm yetiştiği devrede de Mâverâu'n-Nehr bölgesinde bu tari­kat yaygın bulunuyordu. Medâriku't-Tenzîl'de, yukarda işaret ettiğimiz bâtmî ve işârî te'vil-lere raslanmaz. Bunun yanında müfessir, hemen bütün Ehlu's-Sunne'ye bağlı tarikatların sözlerine itibar gösterdiği ilk devir mutasavvıflarının sözlerine eserinde yer vermiş, biraz sonra misalleriyle de görüleceği üze­re onlardan nakillerde bulunmuştur, Müfessir, bu ilk devir mutasavvıfları arasında el-Hasen ibn Yesâr el-Başrî, Sabit ibn Eşlem el-Bunânî öl. 127/744-45,[274] Mâlik ibn Dînâr öl. 131/748,[275] İbrahim ibn Edhem öl. 161/778,[276] Ebû Ali Şakîk ibn İbrahim el-Ezdî el-Belhî öl. 174/790'[277], Fudayl ibn Iyad öl. 187/ 803 [278]Ebu'1-Feyd Sevbân ibn İbrâhîm Zu'n-Nûn el-Mışrî öl. 245/ 858,[279] Yahya ibn Mu'âz öl. 258/872,[280] Ebu'l-Kâsım Cuneyd ibn Muhammed el-Bağdâdî öl. 2797 908,[281] Sehl ibn Abdullah et-Tusterî öl. 283/912, [282] el-Huseyn ibn Manşûr el-Hallâc öl. 309/922,[283] Ebû Bekr Muham­med ibn Musa el-Vâsıtî öl. 3207 932[284] ve Ebu Bekr Dulef eş-Şiblî öl. 334/946'nin sözlerini eserine almıştır. Bu, Ebu'l-Berekât'm bir tarikata intisab etmiş olduğuna delâlet et­mese dahi bizi, en azından onun, tasavvufa karşı olmadığı neticesine gö­türür. Zira en önemli kaynağı olan Keşşafta bu mutasavvıfenin sözlerine bir kelime ile dahi olsa yer verilmiş değildir. O halde müfessir, tesiri al­tında kaldığı Zemahşerî gibi tasavvufa düşman olma yolunu tutmamış; aksine mutasavvıfenin sözlerini eserine -hangi niyetle olursa olsun- al­mış ve eserini bunlarla süslemiştir. Bu da onun tasavvufa ve mutasav-vıfeye sempatisini göstermektedir. Şimdi Medâriku't-Tenzîl'de bulunan tasavvufî ibareleri misallendirelim Misal - 1 Müfessir, el-Mâide/85 âyetinin tefsirinde şöyle der "İşte bu ihsan sahiplerinin karşılığıdır» "... Ma 'rifet ehli şöyle de­miştir Onlarda ihsan sahiplerinde var olan şu üç şeydir Ayrılığa Al­lah'tan ayrı kalmaya ağlamak, hediyyeye 'ata' dua, kazaya rızâ. Kim ma'rifet iddiasında bulunur da bu üç şey kendisinde olmazsa iddiasında doğru sâdık değildir".[285] Misal - 2 Müfessir, "Sonra gerçek mevlâlanna döndürülürler. Haberiniz ol­sun, hüküm, O'nundur. O, hesap görenlerin en sür'atlisidir" mealindeki el-En'âm/62 âyetinin tefsirinde rivayeti ile şöyle der "Seni terbiye edene döndürülmek, sana eziyyet verenle beraber kalmaktan daha hayırlıdır» denilmiştir ".[286] Misal - 3 Müfessir, el-A'râf/99 âyetinin tefsirinde şunları anlatır "Allah'ın hilesinden; kulu, onun hissetmediği bir yerden yakalayı-vermesinden emin mi oldular?" Şiblî -Allah aziz ruhunu mukaddes kıl-sın-'den "Onlara hilesi, onları oldukları hâl üzere bırakmasıdır. " er-Re-bî' ibn Hayşem'in kızı babasına "Bana ne oluyor ki insanların uyuduğu­nu görüyorum da senin uyuduğunu görmüyorum? " demişti. O da "Aza­bımızın onlara geceleyin gelivermesinden emin mi oldular?"[287] âyetini kastederek "Ey kızcağızım, baban geceleyin azabın veya ölümün geli-vermesinden korkuyor." diye cevap verdi".[288] Misal - 4 Müfessir, en-Nûr/33 âyetinin tefsirinde şöyle der "Bil ki köle dörttür. Hizmet için tahsis edilen edinilen köle kınn, ticaret yapmasına izin verilen, kitabete bağlanmış ve kaçan köle. Birincinin misali; halveti tercih ve muaşereti terk ile uzleti elde eden "veliyyu'l-uzlet"tir. İkincisi "veliyyu'l-'ışret'tir. O, toplulukla ce­mâatle hemhal olan kimsedir. Tecrübe yoluyla bilgi edinmek için insan­lar arasına karışır. Onlara ibret gözüyle bakar. Onlara ibret almalarını emreder. O, Allah Resulü Saliallâhu Aleyhi ve Sellem 'nün halifesidir. Allah 'in hükmüyle hükmeder, Allah için alır, Allah için verir. Onun idrâki Allah'-dandır. Allah ile konuşur. Dünya onun ticaret pazarıdır. Akıl onun ana malı sermayesidzr. Öfke halinde adalet ve rızâ onun terazisidir. Fakirlik ve zenginlik i 'tidâl onun sıfatı rütbesi 'dir. Allah ile izzet onun melcei ve başvuracak yeridir. Kur'an, efendisinin izin mektubudur. Dış görünüşle­riyle insanların arasındadır. İçiyle serâir onlardan uzaktır. Kendisi on­lara zarar verecek hususlarda Allah için bâîınen onlardan hicret etmiş; onların faydasına, kendi zararına olan şeylerde zahiren onlara karışmış, onlarla birlikte yaşamayı seçmiştir. " [289]Şiir Onların içinde yaşamasına rağmen onlardan değildir. Fakat altının menşe'i ma'deni topraktır. "O, onların yediğini yer, onların içtiklerini içer. Onlar ise onun, göklerin ve yerin Allah'ın emriyle kâim olduğunu gören, Allah'ın bir mi­safiri olduğunu nasıl bilsinler ki! Sanki onun hakkında şöyle denilmiştir" Şiir "İnsanlardan herhangi biri olduğun halde eğer onlardan üstün ol-muşsan bilki misk, ceylân kanının bir parçasıdır. Veluyyu'l-uzlet'in hâli, hallerin en temizi ve en tatlısı; veliyyu'I-'iş­ret'in hâli ise en kâmili ve en yücesidir, ikinciye göre birincisi Rahman 'in huzurunda, sultanın yanındaki vezirin nedimi mesabesindedir. Peygam­ber Saliallâhu Aleyhi ve Sellem 'e gelince; onun iki tarafı da şereflidir. İki altın külçenin menşei ma'deni dir. İki "hâV'i uzlet ve işret halleri kendinde toplamıştır. İki tatlı suyun menbâıdır. Veliyyu'l-uzlet onun hâllerinin bâ­tını ile hidayete ermiştir. Veliyyu 'l-Işret ise onun amellerinin zahirine uymuştur." "Kölelerin üçüncüsü mükellef olan bir kimse olarak amel eden nefsini hesaba çeken ve cehd eden mucâhid kimsedir. Mükâteb köle­nin taksitleri gibi gündüz ve gecede bir günde beş vakit namazla, 200 dirhemde beş hisseyi zekât olarak vermekle, senede bir ay oruçla ve ömründe bir ziyaret yani haccla mükelleftir. Sanki o, bu muntazam mü-retteb taksitlerle nefsini Allah 'dan satın almış gibidir. Kölelik zinciri ile bağlı kalmaktan korkarak ve hürriyet kapısını açmayı umarak cennet bahçelerinde serbestçe dolaşmak, onun nimetlerinden istifade etmek, iste­diğini ve arzuladığını yapmak için kölelik bağını çözmeye gayret eder. Dördüncüsü kaçan köledir. Bunlar ne kadar da çoktur! Hırsız, zina eden ve ğâsıb bir tarafa adaletsiz kadı, amel etmeyen âlim, riyakâr amel sahibi, sözlerinin çoğu fuzûlî olan, kendine fayda vermeyen her şeye hü­cum eden ve söylediğini yapmayan vaiz bunlardandır. Peygamber Salial­lâhu Aleyhi ve Sellem onlardan haber vererek şöyle buyurmuştur Muhak­kak Allah bu dîne, kendileri için âhirette hiçbir nasîb olmayan bir kavim­le yardım eder»".[290] Misal -5 Müfessir, el-Fâtır/15 âyetinin tefsirinde şu bilgileri verir "Selh[291] der ki Allah yaratıkları yarattığında kendisi için zengin­liğe, onlar için de fakirliğe hükmetti. Kim zenginlik iddiasında bulunursa Allah 'tan men 'edilir. Kim de fakirliğini ikrar ederse fakirliği kendisini Allah'a ulaştırır. Kula yaraşan içiyle kalbiyle ona Allah'a muhtaç ol­mak, başkasından kopup Allah 'a bağlanmaktır ki kulluğu hâlis olsun. Kulluk; zillet ve boyun eğmektir. Alâmeti ise kimseden oir şey isteme­mektir.»" "El-Vâsıtî [292]der ki Kim Allah ile mahlûkattan müstağni olursa fakir düşmez, kim de Allah ile izzet bulursa zillete düşmez.» " "El-Huseyn[293] der ki Kul, Allah'a muhtaçlığı fakrı ölçüsünde Allah ile zengin olur. Fakirliği Allah'a muhtaçlığı arttığı ölçüde zenginligi artar".[294] "Yahya[295] der ki Fakr kul için zenginlikten daha hayırlıdır. Zira zillet mezellet fakirlikte; kibir de zenginliktedir. Zillet ve tevazu ile Al­lah 'a dönmek, amelleri çoğaltarak O 'na dönmekten daha hayırlıdır.» " "Evliyanın sıfatı üçtür Her şeyde Allah'a güvenmek, her şeyde ona muhtaç olmak ve her şeyden O 'na dönmek» denilmiştir."[296] "Siblî [297]der ki Fakr, belâ getirir. Onun bütün belâları ise izzettır» .[298] I. Medâriku't-Tenzîl'de Kıssalar Ve İsrâiliyyât 1. Kıssalar Ebu'l-Berekât, tefsirinde münâsebetler ölçüsünde çeşitli devirlere ait kıssalara da yer vermiştir. Bunlardan İslâm öncesi devirlere ve peygamberlere ait olanları yanında Asr-ı Saadet ve daha sonraki devirlere ait olanları da vardır. İslâm öncesi devirlere ait kıssaları biraz sonra "İsrâ-iliyyât" başlığı altında inceleyip misallendireceğiz. Asr-ı Saadette vukubulmuş hâdiselere ait kıssalar da genellikle nü­zul sebepleri içinde verilmiş olduğundan daha önce bunlara "Medâriku't-Tenzîl'de Esbâbu'n-Nuzûl" bahsinde yer verip misallendirmiştik. Burada ise Medâriku't-Tenzîl'de yer verilen asr-ı saadet sonrası de­virlere ait kıssalara yer vereceğiz. Bu kıssalar genellikle ahlâkî kıssalar olup tarihî yönden fazla dik­kati çekmeyen kıssalar olarak görünmektedir. Müfessir her halde bunları tezyîn-i kelâm sözü söyleme nev'inden tefsirine serpiştirmiş olsa gere­ktir. Bu arada âyetlerin tefsiriyle ilgili bazı âlimlerin aralarında geçen mü­nakaşa ve muhaverelere de yer verilmiş ve müfessirin tercih ettiği te'vîl ve tercihler bunlarla kuvvetlendirilmek istenmiştir. Şimdi müfessirin Asr-ı Saadet sonrası devre ait tefsirinde zikrettiği kıssalara birkaç misalle temas edelim Misal - 1 Müfessir, Al-i îmrân Sûresinin "Allah'ın katında İsa'nın durumu, kendisini topraktan yaratıp sonra ol» demesiyle olmuş olan Adem 'in du­rumu gibidir," mealindeki 59. âyetinin tefsirinde şu olayı nakleder "Âlimlerden birinden rivayete göre o, rumlara esir düşmüştü. On­lara — Niçin isa'ya ibadet ediyorsunuz? diye sordu. Onlar — Çünkü onun babası yok, dediler. — O halde Âdem kendisine ibadet etmenize daha lâyıktır. Zira o-nun ana-babası hem anası, hem de babası yoktur, dedi. — Ölüleri diriltirdi dediler. — O halde Hazkiyal ibadet etmenize daha lâyıktır. Zira İsa dört kişiyi, Hazkiyal ise sekiz bin kişiyi diriltmiştir, dedi. — Dilsizi ve ala tenliyi iyileştirirdi, dediler, — Cercîs ibadet etmenize daha lâyıktır. Zira o pişirir, yakar; sonra da pişirip yaktığı salimen kalkardı, dedi".[299] Misal - 2 Müfessir, Âl-i İrnrân Sûresinin "Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe infâkta bulunmadıkça iyiliğe eremezsiniz" mealindeki 92. âyetinin tefsi­rinde şöyle bir kıssa anlatır "Ömer ibn Abdülaziz'den[300] rivayet edilir ki o, denklerle şeker satın alır ve bunları tasadduk edermiş. Kendisine — Niçin bedelini tasadduk etmiyorsun? diye sorulmuş da şöyle de­miş — Zira şeker bana çok sevimlidir. Sevdiğimden infâkta bulunmak istedim.[301] Misal - 3 Müfessir, el-A'râf Sûresinin "... Yeyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez." mealindeki 31. âyetinin tefsirinde şu olayı anlatır "Reşîd'î[302] Hristiyan ve hazık bir doktoru vardı. Bir gün Ali ibn el-Huseyn ibn Vâkıd'a — İlimler beden ve din ilimleri olarak iki olduğu halde sizin kitabı­nızda tıb ilminden hiçbir şey yok, demişti. Ali ona — Allah tıbbı kitabından yarım âyette toplamıştır. O da Yiyin, için, fakat israf etmeyin.» sözüdür, dedi. Hristiyan — Rasûlünüzden tıbba dair hiçbir şey rivayet edilmemiştir, dedi. Ali — Peygamberimiz tıbbı az bir sözde toplamışır ki o da Mide hasta­lığın evidir. Perhiz her ilâcın başıdır. Her bedene, onu alıştırdığını ver» sözüdür, deyince Hristiyan — Kitabınız ve peygamberiniz Câlinos'a tıbdan bir şey bırakmamış, dedi.[303] Misal - 4 Müfessir, el-Hac Sûresinin "İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler" mealindeki 27. âyetinin tefsirinde şu kıssayı anlatır "Muhammed ibn Yâsîn der ki Tavâfda bir ihtiyar bana — Sen nerelisin? dedi. Ben — Horasan'dan, dedim. — Beyt ile aranızdaki mesafe ne kadardır? dedi. Ben — İki veya üç ay, dedim. — Siz, Beyt'in komşularısınız, dedi. Ben — Sen nereden geldin? diye sordum, — Beş senelik yoldan. Çıktığımda bir gençtim şimdi ise orta yaşlı­yım, dedi. Ben — Allah'a yemin olsun ki bu, güzel bir itaat ve sâdık bir muhabbettir, dedim. Şu şiiri inşâd eyledi Evin seni uzaklaştırsa, önüne Örtüler ve engeller çıksa da sevdiğini ziyaret et. Uzaklık senin onu ziyaretini engellemesin. Zira seven sevdiğini çok­ça ziyaret edendir".[304] Misal - 5 Müfessir, eZ-Zâriyât Sûresinin 22 ve 23. âyetinin tefsirinde şu kıs­sayı anlatır "Asma T den naklediliyor ki o şöyle anlatmıştır — Basra camiinden çıkmıştım. Oturmakta olan bir bedevi beni gördü ve — Kimsin? dedi. Ben — Aşma' oğullarından, dedim. — Nereden geldin? dedi. — Allah'ın kelâmının okunduğu bir yerden, dedim. — Bana oku, dedi. Ve 'z-Zâriyât Sûresi 'ı okudum. Göktedir rızkı­nız ve size va'dolunan...» âyetine ulaştığımda — Bu yeter, dedi, devesine yöneldi, boğazlayıp etini gelenlere paylaştırdı. Gerisin geriye dönüp kılıç ve yayma yöneldi, onları kırdı ve dönüp gitti. Reşîd ile beraber haccettiğimde tavaf etmek üzere iken baktım, biri­si ince bir sesle bana sesleniyor. Döndüm ve o bedevi ile karşılaştım. Za­yıflamış ve sararmıştı. Bana selâm verdi ve Ve' Sûresini okut­tu. O âyete gelince bir çığlık attı ve — Rabbimiz! Gerçekten bize va'dettiğini bulduk, dedi, sonra — Bundan başka okuyacağın bir şey var mı? dedi. — Gök ve yerin Rabbine andolsun ki o muhakkak bir hâktir" â-yetini okudum. Yine bir çığlık attı ve üç kere — Sübhânallâh, kimdir Celîli öfkelendiren ki yemin etti? O'nun sözü­nü doğrulamadılar dayemin etti? deyip bu sözlerle can verdi".[305] 2. İsrâiliyyât İsrâiliyyât, kelime olarak "İsrâiliyye" kelimesinin çoğuludur. İsrâîlî bir kaynaktan aktarılan kıssa veya hâdise anlammadır. İsrâîl, rivayetlere göre Hz. Ya'kûb Aleyhi's-Selâmın ismi veya lâkabıdır.[306] Gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse Hz. Peygamber'in hadisle­rinde geçmiş ümmetlere dair birçok kıssa, müslümanlann ibret almaları için anlatılmıştır. Bu âyet ve hadislerin büyük bir kısmı İsrailoğuHarı ile alâkalıdır. Bu da Müslümanlann ve İslâm'ın geldiği çevrede bulunanların kitâb ehlinden daha ziyade Yahudiler ve Hristiyanlarla yakın alâkalarının bulunması, bir de onların haberlerinden bir kısmına vâkıf olmaları hik­metine mebnî olsa gerektir. Aslında İsrâiliyyât denince sadece İsrailoğuHarı ile ilgili haberler anlaşılmamalıdır. Kur'an ve hadislerde İsrailoğullarından olduğu gibi Hz. Âdem Aleyhi's-Selâmf den başlayarak birçok peygamber ve onların ka­vimleri ile putperest kavimlerden bahseden kıssalar bulunmaktadır. Bütün bunlarla ilgili olarak aslında Kur'an ve hadislerde olmadığı halde İslâm'a katılan haberlerin tümüne birden İsrâiliyyât denmesi, bunların çoğunlu­ğunun İsrailoğulları ile ilgili olması veya daha ziyade Yahudiler kanalıy­la İslâm'a sokulmuş olmasından olsa gerektir. Geçmiş ümmetler hakkında tefsir kitaplarında yer alan açıklama ve kıssaların elbette tamamı uydurma değildir. Bir kısmı Hz. Peygamber Saiiatiâhu Aleyhi ve Seiiem tarafından ashabına anlatılmış ve sahabeden sahih senedlerle rivayet edilerek muteber hadis mecmualarında yer almıştır. Ancak problem bu sahih haberleri zayıf ve merdûd olanlarından a-yırabilmektir. Bu da çoğu zaman zor olduğu gibi bazen da imkânsızdır. Bundan başka İsrâiliyyâtın tamamı İslâm akîde ve prensiplerine de aykırı olmayabilir. Bu yönüyle âlimler İsrâiliyyâtı a İslâm'a uygun olanlar, b İslâm akîde ve prensiplerine aykırı olanlar, c Tasdik veya tekzib edilmeyenler diye üçe ayırır. [307]İşte bu üçün­cü neviden olanlar İslâmî eserlerde ve özellikle tefsirlerde bolca bulunur. İsrâiliyyâtın naklinin caiz olup olmadığı konusu ihtilaflıdır. Bazıları Hz. Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ehl-i Kitap'tan herhangi bir şey nakledilmesini kesinlikle yasakladığım ve "Ehl-i Kitaba hiçbir şey sor­mayın. Kendileri sapmış olan bu kimseler sizi asla doğru yola iletemez­ler. Sizler de Ehl-i Kitaba sorduğunuz ve cevap aldığınız takdirde onları tasdik veya tekzibden dolayı ya hak olan bir şeyi yalanlamış veya bâtıl olan bir şeyi doğrulamış olursunuz. Allah 'a yemin ederim ki Musa sağ olsaydı bana iman etmek ve yoluma uymaktan başka bir çare bulamaz­dı. " buyurduklarım[308] ve bu sebeple Ehl-i Kitap'tan herhangi bir şey nak­letmenin câîz olmadığını söylerken diğer bazıları da Ebû Nemle el-An-sârî'den rivayet edilen bir hadisi delil göstererek Ehl-i Kitabın söyledik­lerini nakletmekte mahzur görmezler.[309] Bu ihtilâftan sarf-ı nazarla netice olarak a Kur'an ve hadisin ruhuna uyan isrâîliyyât alınabilir. b Kur'an ve hadisin ruhuna uymayanlar atılır, c Bu ikisi dışındakilerin hükmüne gelince; bunlar alınmaz, benim­senmez, nakledilmez ve kitaplara da yazılmaz[310] görüşü ağırlık kazan­maktadır. Ancak, İslâm âleminde yaygın, halkın okuması veya avama okun­mak üzere hazırlanmış ahlâk ve mev'ıza öğüt kitaplarının yanında tef­sirlere de İsrâiliyyâttan çok şeyin girdiği bir gerçektir. Ebu'l-Berekât'm da bundan kurtulduğunu söylemek pek mümkün değildir. Özellikle İslâm'ın ruhuna aykırı olmayan ve mücerred geçmiş peygamberler ile ümmetlerine dair haberlerde pek dikkatli davranmadığı­nı ve onlara dair nakledilen kıssaları -birkaç istisna dışında- değerlendir­meye tabî tutmadan veya lâfızlarıyla verdiğini görüyoruz. Keşşaftan bu konuda yaptığı nakillerde bazı ayıklamalar yapmış olmakla beraber -o da herhalde fazla uzatma endişesiyle olsa gerektir- onda nakle­dilen kıssaları tefsirine aynen almıştır. Ancak, diğer tefsirlere ve bilhassa rivayet tefsirlerine göre Medâri-ku't-Tenzîl'de İsrâiliyyât azdır ve bunların da zaten İslâm prensiplerine ters düşmeyen mücerred kıssalardan ibaret olduğu görülmektedir. Ebu'l-Berekât'ın tefsirinde bulunan İsrâiliyyâtla ilgili birkaç örneği buraya almayı faydalı görüyoruz Misal - 1 Müfessirimiz, "Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası menn ve bıldırcın es-Selvâ indirdik..." mealindeki el-Bakara/57 âyetinin tefsi­rinde şunları anlatır "Yani bulutu onları gölgelendirir kıldık. Bu Tîh'de olmuştur. Allah, bulutu onlara müsahhar kılmıştı. Bulut onlarla birlikte yürür ve onları güneşten korurdu. Geceleri de ateşten bir direk inerdi de onun ışığında yürürlerdi. Elbiseleri kirlenmez ve eskimezdi. "Size menn'i indirdik". Yani kudret helvasını. Güneşin doğuşundan batışına kadar onların üzerine kar gibi yağar, her insan için bir sâ' miktarında olurdu. "Size selvayı da indirdik. " Allah onlara güney rüzgârı göndermişti. Bu rüzgâr onlara selvayı -ki bıldırcın kuşudur- toplar getirir ve herkes kendine yetecek kadarım alıp keserdi".[311] Tevrat'ın konu ile ilgili cümleleri de şöyledir "Ve Rab Musa'ya söyleyip dedi İsrailoğullarının söylenmelerini işittim. Onlara söyleyip de "Akşam üstü et yiyeceksiniz ve sabahleyin ek­mekle doyacaksınız. Ve bileceksiniz ki Allah 'iniz Rab Ben 'im. Ve vâki oldu ki, akşamleyin bıldırcınlar çıkıp ordugâhı kapladılar ve sabahleyin ordugâhın etrafına çiğ düşmüştü. Ve düşmüş olan çiğ kal­kınca işte çölün yüzünde, toprağın üzerinde kırağı gibi küçük, yuvarlak bir şey vardı. Ve İsrailoğulları görüp birbirlerine dediler Bu nedir? Çünkü o nedir bilmediler. Ve Musa onlara dedi Bu Rabb 'in yemek için size verdiği ekmektir. Rabbın emrettiği şey budur. Her biriniz yiyeceğine göre ondan devşirin; adam başına bir Ömer [312]olmak üzere canlarınızın sayısına göre; her biriniz çadırında olanlar için alacaksınız ".[313] "Ve İsrail evi onun adını man koydular; ve o kişniş tohumu gibi beyaz lezzetli, ballı yufka gibiydi"[314] "Ve onların arasında olan karışık halkın iştahları çok arttı ve İs­railoğulları da yine ağlayıp dediler Bize kim et yedirecek? Mısır 'da pa­rasız yediğimiz balığı, hıyarları ve karpuzları ve pırasaları ve soğanları ve sarımsakları hatırlıyoruz. Fakat şimdi canımız kurudu. Hiçbir şey yok. Ancak bu manı görüyoruz... ".[315] "Ve Rab tarafından bir yel çıktı ve denizden bıldırcınlar getirdi ve ordugâhın etrafında bir tarafta bir günlük yol ve öbür tarafta bir günlük yol kadar... Ordugâhın üzerine düşürdü... "[316] "Ve et daha dişlerinin arasında iken çiğnemeden evvel kavme karşı Rabbin Öfkesi alevlendi ve Rab kavmi gayet büyük bir vuruşla vurdu ".[317] "Bu kırk yıl, üzerinden esvabın eskimedi". [318] Misal - 2 Ebu'l-Berekât, "Tâlût ordusuyla birlikte ayrıldıktan sonra, doğru­su Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir...» On­lardan pek azı hariç sudan içtiler" mealindeki el-Bakara/249 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir "Onlar seksen bin kişiydiler. Çok sıcak, hararetli bir havada çık-mıstardı ve Allah'ın kendileri için bir nehir akıtmasını istediler...". [319]"Onlar 313 kişiydiler."[320] Şimdi de Tevrat'ın konu ile ilgili cümlelerine bir göz atalım "... Ve Harotpınarı başında ordugâh kurdular",[321] "Ve şimdi kavme işittirip de Kim korkuyor ve titriyorsa dönsün ve Gilead dağından geri gitsin». Ve kavımdan yirmi iki bin kişi döndüler ve on bin kişi kaldı. Ve Rab Gideon 'a dedi Kavmin sayısı yine fazladır. Onları suya indir ve senin için onları orada deneyeyim. Ve vaki olacak ki sana Bu seninle beraber gidecek dediğim adam seninle beraber gidecek ve seninle gitmeyecek dediğim adam gitmeyecektir.» Ve kavmi suya in­dirdi. Ve Rab Gideon 'a dedi Köpeğin diliyle içtiği gibi diliyle su içen her adamı ayrı, ve içmek için dizleri üzerine çöken her adamı da ayrı ko­yacaksın.» Ve ellerini ağızlarına götürerek dilleri ile içenlerin sayısı 300 kişi oldu. Fakat kavmin arta kalanlarının hepsi su içmek için dizleri üze­rine çöktüler. Ve Rab Gideon 'a dedi Diliyle içen 300 kişi ile sizi kurta­racağım ve Medyeanîleri senin eline vereceğim» ".[322] Misal - 3 Müfessir, "Onları Allah 'in izniyle bozguna uğrattılar. Dâvüd, Câ-lût'u Öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi... " mealinde­ki el-Bakara/251 âyetinin tefsirinde şunları anlatır "Davud'un babası Yîşî altı oğlu ile birlikte Tâlût'un ordusundaydı. Dâvûd da yedincileri idi. Dâvûd küçük olup koyun güderdi. Allah, pey­gamberine Câlût'u Davud'un öldüreceğini vahyle bildirmişti. O da Da­vud'u babasından istedi. Dâvûd yolda gelirken üç tane taş ona sesle­nerek her biri Câlût'u benimle öldüreceksin. Beni yanına al» demişti. O da bun­ları torbasına aldı ve Câlût'a atarak onu öldürdü. Tâlût, Davud'u kızı ile evlendirdi ise de sonradan kıskandı hased etti ve onu Öldürmek istedi. Ama sonra tevbe etmiş olarak öldü ".[323] Şimdi de Tevrat'ın bu konu ile ilgili cümlelerini alalım "Ve Davud, B ey t-Lehem-Yahuda'dan, adı Yesse olan' [324] Efratlı'-nın oğlu idi. Ve bu adamın sekiz oğlu vardı".[325] "Ve Davud en küçüğü idi ve üç büyük oğlu Saul'un ardınca gitmiş­lerdi. Ve Davud Beyt-Lehem 'de babasının koyunlarını gütmek için Saul'­un yanından gider ve dönerdi".[326] "Ve eline deyneğini aldı ve vadiden kendine beş çakıl taşı seçti ve onları üzerinde olan çoban torbasına, dağarcığına koydu ve sapanı elin­de idi ve Filistî 'ye yaklaştı"[327] "Ve Davud Filistî'yi sapanla ve taşla yendi ve Filistî'yi vurup Öldürdü"[328] "Ve Saul Davud'a dedi İşte büyük kızım Merab. Onu karı olarak sana vereceğim. Ancak benim uğrumda cesur ol ve Rabbin cenklerini et.[329] Misal - 4 "Bir kasaba halkı inanmalı değil miydi ki, imanları kendilerine fay­da versin. İşte Yûnus'un milleti inandığı zaman dünya hayatında rezilliği gerektiren azabı onlardan kaldırdık..." mealindeki Yûnus/98, âyetinin tefsirinde Müfessir şöyle diyor "Rivayete göre Yûnus Aleyhi's-Selâm Musul topraklarında olan Nîne-vâ 'ya peygamber olarak gönderilmişti. Onu yalanladılar. O da onlara kı­zarak oradan ayrıldı. Onu kaybedince üzerlerine azâb ineceğinden kork­tular, hepsi kıldan elbiseler palaz giyerek kırk gece feryad ettiler. Ka­dınları, çocukları ve hayvanları ile birlikte kıra çıktılar. Kadınlarla ço­cukları, hayvanlarla yavruları birbirinden ayırdılar da bunlar birbirle­rini Özlediler. İman ve tevbe izhar ettiler. Allah da onlara acıdı, merha­met etti ve onların üzerinden azabı açtı, kaldırdı. Bu bir âşûrâ günü olup günlerden cuma idi".[330] Şimdi de Tevrat'ın bu konudaki ibarelerine bir göz atalım "Ve Amittay'ın oğlu Yunus'a Rabbın şu sözü geldi Kalk, Nine-ve 'ye, o büyük şehre git, ve ona karşı çağır» ".[331] "Ve ikinci defa olarak Yunus'a Rabbın sözü geldi Kalk Nine-ve 'ye, o büyük şehre git ve sana söyleyeceğim sözleri ona çağır...» Ve Yu­nus şehre girmeye başladı, bir günlük yol yaptı ve çağırıp dedi Daha kırk gün var ve Nineve yıkılacak. Ve Nineve halkı Allah 'a inandılar ve oruç ilân ettiler. Ve büyüğün­den küçüğüne kadar çullar sarındılar. Ve kiralın büyük adamlarının fermanları ile Nineve 'de bağırıp ilân etti insan ve hayvan, sığır ve davar bir şey tatmasınlar, otlamasınlar, su da içmesinler. Ve insan da hayvan da çul sarınıp Allah 'ı kuvvetle çağır­sınlar. Ve herkes kötü yolundan ve ellerindeki zorbalıktan dönsün ".[332] "Ve Allah onların işlerini, kötü yollarından dönmüş olduklarım gördü ve onlara yapacağını söylemiş olduğu kötülüklerden ötürü Allah nadim oldu ve onu yapmadı".[333] Misal - 5 Müfessir, "Biz Musa 'ya Kullarımı geceleyin yola çıkar. Şüphesiz takip edileceksiniz.» diye vahyettik" mealindeki eş-Şu'arâV52 âyetinin tefsirinde şunlan anlatır "O gece Mısırlıların, Kıbtîlerin evlerinden her birinde bir çocu­ğun öldüğü, onlar ölüleri ile meşgul iken Musa'nın kavmini Mısır'dan çıkardığı rivayet edilmiştir. Yine bir rivayete göre Allah Teâlâ Musa 'ya İsrailoğullarının her dört evini bir evde toplamasını, sonra oğlak­lar keserek bunların kanlarını kapılarına bulaştırmalarını, kendisinin me­leklere, kapısında kan olan eve girmemelerini ve evinin kapısında kan olmayan Kıbtîlerin küçüklerini bakirelerini öldürmelerini emredece­ğini, kendileri için en çabuk ve kolayı olduğu için yolda yemek üzere taze ekmek yapmalarını, sonra da kulları olan İsrailoğullanm alarak denize ulaşıncaya kadar yürütmesini, orada kendisine emrinin geleceğini» vahyetti".[334] "Musa'nın kavmi altı yüz yetmiş bin kişiydi. Dahhâk'tan rivayete göre ise yedi yüz bin kişiydiler".[335] Şimdi de Tevrat'ın konu ile ilgili cümlelerini buraya alalım "Ve Musa dedi Rab şöyle söylüyor Gece yarısı sularında ben Mısır'ın ortasına çıkacağım. Ve taht üzerinde oturan Firavun'un ilkin­den, değirmen ardında olan cariyenin ilkine kadar Mısır diyarında bütün ilk doğanlar ve hayvanların bütün ilkleri ölecekler. Ve bütün Mısır diya­rında misli olmamış ve bir daha olmayacak büyük bir feryad olacak.» "[336] "israil'in bütün cemaatine söyleyip deyin Bu ayın onunda her biri kendilerine bir kuzu, atalarının evlerine göre bir eve bir kuzu alacaklar. Ve eğer bir kuzu için ev küçükse, kendisi ve evine en yakın komşusu can­ların sayısına göre, bir tane alsınlar; bir kuzu için her birinin yemesine göre hesab edeceksiniz. Kuzunuz kusursuz, erkek, bir yıllık olacak; kendi­nize koyunlardan yahut keçilerden alacaksınız. Ve onu bu ayın on dör­düncü gününe kadar saklayacaksınız; ve İsrail cemaatının bütün cumhu­ru onu aksam üstü boğazlayacaklar ve kandan alacaklar, ve onu içlerin­de yiyecekleri evlerin iki kapı süvesi üzerine, ve üst eşiğin üzerine süre­cekler".[337] "Ve Musa İsrail 'in bütün ihtiyarlarını çağırıp onlara dedi Aileleri­nize göre kendiniz için kuzular çekip alın, vefıshı boğazlayın. Ve bir de­met zufa otu alıp leğende olan kana batıracaksınız ve leğende olan kan­dan kapının üst eşiğine ve iki süvesine serpeceksiniz; sabaha kadar hiçbi­riniz evinin kapısından çıkmayacak. Ve Rab Mısırlıları vurmak için geçe­cek; ve üst eşik üzerinde ve iki süve üzerinde kanı görünce, Rab kapı üze­rinden geçecek ve helak ediciyi sizi vurmak için evlerinize girmeye bırakmayacaktır.[338] "Ve gece yansında vaki oldu ki, Rab, tahtı üzerinde oturan Fira­vun'un ilkinden, zindanda olan esirin ikisine kadar Mısır diyarında bütün ilk olanları ve hayvanların bütün ilk doğanlarını vurdu. Ve geceleyin Fi­ravun, kendisi ve bütün kulları, ve bütün Mısırlılar kalktılar; ve Mısır'da büyük feryad vardı; çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu. Ve geceleyin Musa 'yi ve Harun 'u çağırıp dedi Kalkın, hem siz hem de İsrailoğullan kavmimin içinden çıkın; ve gidin. Söylediğiniz gibi Rabba ibadet edin; söylediğiniz gibi koyunlarınızı sığırlarınızı da alın ve gidin; ve beni de mübarek kılın".[339] "Ve İsrailoğullan, çocuklardan başka, altı yüz bin kadar yaya er­kekler olarak Ramses'ten Sukkot'a göç ettiler. Ve koyunlar, sığırlar, pek çok hayvanlarla karışık çok halk ta onlarla beraber çıktı. Ve Mısır 'dan çıkardıkları hamurdan mayasız pideler çıkardılar. Çünkü mayası gelme­mişti, çünkü Mısır'dan kovuldular ve kendileri için de azık yapmamış­lardı".[340] . J. Medâriku't-Tenzîpde Muhkem-Muteşâbih Meselesi Kur'an'da tnüteşâbih konusu tefsir usûlünün önemli konularından biridir. Bu bakımdan Kur'an'ı tefsir etmek isteyenlerin bu sahada bilgi sahibi olması gerekir. Aynı mülâhaza ile bir müfessirin müteşâbih konu­sundaki tavrı da önem taşımaktadır. Istılahta muhkem ve muteşâbihin çeşitli tarifleri yapılmışsa da [341]meşhur olan tarife göre muhkem; manâsı açık, kolay anlaşılan ve anlaşıl­masında bir müşkil olmayandır.[342] Müteşâbih ise birçok manâya ihtimali olup, bu manâlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyacı olan âyetlerdir.[343] Kur'an'da müteşâbih âyetlerin mevcudiyeti, bunların beşer aklınca anlaşılıp anlaşılamayacağı ve te'vilinin mümkün olup olamayacağı âlim­ler arasında görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Bu tartışma daha ziyade Âl-i İmrân Sûresinin yedinci âyetinin i'râbı ile tefsirinden kaynaklanmak­tadır.[344] Usûl kitaplarında konu ile ilgili çokça bilgi bulunduğundan biz, konuyu daha fazla uzatmamak için bu ihtilâflara temas etmek istemiyo­ruz. Burada biraz da Ebu'l-Berekât'm konuya bakış açısı üzerinde du­ralım Ebu'l-Berekât, bu âyetin tefsirinde şöyle demektedir "Kalblerinde eğrilik olanlar haktan meyledenler ki bunlar bid'at ehlidirler müteşâbih olanına uyarlar. Bunlar muhkeme mutabık olan ve hak ehlinin sözüne uygun gelmesi muhtemel olanlarına değil de bid'at ehlinin mezhebine ihtimali olan muteşâbihlere yapışırlar. Bunda maksat­ları insanları dinlerinde fitneye düşürmek ve onları saptırmak, bir de kendi arzuları doğrultusunda bunları te 'vil etmeyi istemektir. Hamledilmesi gereken gerçek te'viline ise Allah'tan başka hiç kimse erişemez. İlimde derinleşenler» kısmı cumhura göre başlangıç cümlesidir. Onlara göre duruş vakf üzerindedir. Cumhur, muteşâbihi Allah 'in, bilinmesini kendisine seçtiğidir.» şeklinde tefsir etmiştir. Onlara göre mubtedâdır. Haber ise kısmıdır. Burada Allah Teâlâ onları ilimde derinleşenleri teslimiyyet üzere iman etmeleri ve keyfıyyetini araştırmadan gerçek olduğuna inanmaları dolayısıyla Övmektedir. Muteşâbihi inzalin faydası ona ve Allah'ın ondaki maksadının gerçekliğine inanmak, ulaşılmasına bir yol kılınmamış şeyle­re vâkıf olmaktan beşer aklının âciz olduğunu bilmedir. Ubeyy ibn Ka'b'm şeklindeki kıraati ile Abdullah ibn Mes'-ûd [345]in şeklindeki kıraati de bunu destekle­mektedir. üzerinde vakf yapmayıp ilimde derinleşenlerin muteşâbihi bilebileceğini söyleyenler de vardır. Bunlara göre ilimde de­rinleşenlerin durumunu açıklayan başlangıç kelâmıdır el-Cumle el-mus-te'nefe. Yani te'vili bilen bu kişiler müteşâbihe veya kitaba inandık. Hepsi; muteşâbihi ve muhkemi Hakîm olan, kelâmında tenakuz bulunma-yan Allah kalındandır» derler ". [346] Ebu'l-Berekât bu âyetin tefsirinde kendi görüşünü beyan etmez. O daha ziyade bu konudaki görüşleri nakletmekle yetinir. Yalnız müfessir burada görüşlerden birisinin cumhura ait olduğunu belirtip, bu görüşü U-beyy ibn Ka'b ve Abdullah ibn Mes'ûd'un kıraatinin desteklediğini kay­dederken ikinci görüşün kimlere ait olduğuna temas etmez. Bu davra­nışıyla cumhurun görüşüne ağırlık verdiğini ve o görüşü kabullendiğini söyleyebiliriz. Biraz önce, muteşâbihin beşer aklı ile anlaşılıp anlaşılamayacağı âlimler arasında tartışma konusu olmuştur, demiştik. Müfessirimiz yukarı­daki âyetin tefsirinde "Kur'an'ın tamamı muhkem değildir. Muteşâbihin varlığında bir ibtilâ imtihan keyfiyeti ve hak üzere sabit olanla onda te­reddüt edenin ayrılıp ayıklanması gibi faydalar vardır. Öte yandan mute­şâbihin anlamını bulup çıkarmaya çalışmada, bunların muhkemlere döndürülmesinde âlimler ye etbâının münazaraları ve zekâların yarışması gi­bi birçok fayda ve ilimler getirecek; Allah katında derecelere nail olma­ya sebep olacaktır. [347]demek suretiyle muteşâbih âyetlerden bazılarının beşer aklı ile anlaşılabileceği görüşüne meylettiği görülmektedir. Yuka­rıda naklettiğimiz ifadeleri arasında "Ulaşılmasına bir yol kılınmamış şeylere vâkıf olmaktan beşer aklının âciz olduğunu bilmektir. " demekte­dir. Demek ki Allah'ın, gerçeğine ulaşılmasına imkân tanımadığı muteşâbihler dışında kalanlara "ilimde derinleşenler" ulaşabilecektir. Nitekim Ebu'l-Berekât, muteşâbih olduğu söylenen âyetlerin tefsirinde bu tavrını açık bir şekilde ortaya koyar, Bu âyetlerin tefsirinde kendisinden önceki müfessirlerden bu konudaki te'villeri nakletmesi yanında bazen da kay­nağını belirtmeden kendisi te'vile gider. Burada şunu da belirtelim ki mü­fessir bu te'villerinde tamamen Ehlu's-Sunne mezhebini te'yid etmekte­dir. Zaman zaman Mu'tezile, Cehmiyye, Mucessime, Muşebbihe ve Ha-vâric gibi Ehlu's-Sunne dışındaki mezheblere cevaplar vermekte, onların te'villerinin yanlışlığına işaret etmektedir. Ebu'l-Berekât'in muteşâbihler karşısındaki tutumunu daha iyi anla­yabilmek için birkaç misal vermeyi faydalı gördüğümüzü belirtmek is­teriz Misal - 1 Kur'an'da 29 sûre hurûf-ı mukatta'a ile başlar.[348] Müfessir bu harf­ler hakkında el-Bakara Sûresinin başında oldukça geniş bilgi vermiş; di­ğer sûrelerin başında ise ya daha kısa bilgi vermiş, veya hiçbir açıklama­da bulunmamıştır.[349] Meselâ Meryem Sûresinin başında bulunan Sud-dî öl. 127/745 tarafından Allah'ın ism-i a'zam'ı olarak tefsir edildiği­ne,[350] aynı açıklamanın el-Mu'min Sûresinin başındaki için İbn Abbâs'tan nakledildiğine[351] işaret eder. Bu arada bazen rivayetleri de­ğerlendirmeye tâbi tuttuğu da olur. Meselâ el-A'râf Sûresinin başındaki hakkında Zeccâc'dan naklen bunun tefsirinde muhtar olan görü­şün İbn Abbâs'ın açıklaması olduğunu, onun bu harfleri "Ben Allah'ım, en iyi bilen ve en iyi açıklayanım " şeklinde tefsir ettiğini[352] belirtirken el-Kalem Sûresinin başındaki harfi hakkında İbn Abbâs ve el-Hasen'in açıklamalarını müşkil görür.[353] EbıTl-Berekât el-Bakara Sûresinin başında da şu bilgiyi verir ve benzerleri isimler olup müsemmâlan kelimelerin ken­dilerinden teşekkül ettiği yayılmış tek tek harflerdir. Meselâ harflerinin ilkine, elif in harflerinin ortasına, lam ondan son harfe delâlet eder. Buna benzeyenler de böyledir. Bunların isim oldu­ğuna delil; bunlardan her birinin bizzat kendilerinde bir manâya delâlet etmesi, muarrab olmakla beraber imâle, tefhim, ma'rife, nekra, cem1 ve ismu 't-tasğîrlerinin yapılmasıyla munsarıf olmalarıdır. Bu harflerin isim­lerden ve başkalarının orta harflerindeki sükûn ile sakin olmaları, muktezâlarmın bulunmaması sebebiyle i'râb almamış olmalarındandır. Karga sesinin hikâyesinde söylenen kelimesinde olduğu gibi bun­ların mebnî olduğu da söylenmiştir. Cumhur bunların sûrelerin isimleri olduğu görüşündedir. İbn Abbâs -Allah ondan razı olsun- Allah bu harflerle yemin etmiştir[354] der. İbn Mes'ûd -Allah ondan razı olsun- da şöyle der Bunlar Allah'ın en yüce ismidir İsmu'llâhi'l-A'zam». [355]Bunların, te'vilini ancak Allah'ın bildiği muteşâbihlerden olduğu da söylenmiştir. Bunlara Mu'cem el-hurûfu'1-mu'ceme ismi verilmesi an­cak bunların muhhem oluşlarındandır. Bu isimlerin sayma şeklinde gel­meleri Kur'an'a meydan okuyana bir ikaz ve sonuncularına varıncaya kadar kendisinden âciz oldukları halde kendilerine bu okunanın bizzat onların sözlerinin meydana getirildiği şeylerden müteşekkil olduğuna bakmaya teşvik gibidir. Bu bakma ile söz üstadları oldukları halde eğer önünde güç ve kuvvetleri tükenmiş ve uzun uğraşmalardan sonra bir ben­zerini getirmekten âciz kalmışlarsa bunun beşer sözü olmayıp güç ve kudretleri yaratanın sözü olmasından ileri geldiğini iyice anlarlar" denil­miştir. Bu söz bir dereceye kadar kabule lâyıktır, "garîb bir şekilde ve müstakil olarak kulaklara ilk çarpanlar ve i 'cazın delillerine bir başlan­gıç olsun için sûreler bunlarla başlanılmış olarak gelmiştir" de denilmiş-tir. Bizzat harfleri söylemede Arapların ümmîleri ve Ehl-i Kitâb'tan olan­ları aynı seviyede durumda idiler. Ancak, haıflerin isimlerini söylemek bunun hılâfınadır. Zira bu, yazan, okuyan, Ehl-i Kitaba karışan ve onlar­dan Öğrenenlere mahustur. Bunları söylemek bunlarla konuşmak bir ümmî için okuma ve yazma kadar uzaktır. Hz. Peygamber Sallaiiâhu Aleyhi ve Sellem 'in, Kur 'an 'da zikredilen, Kureyş ve benzerlerinin bilmedikleri kıssaların hükümlerini Ehl-i Kitap 'tan iktibas etmemiş olduğu meşhur ol­duğuna göre bu harfleri söylemesi bunların ona ancak vahy yolu ile gel­diğine ve onun peygamberliğinin sıhhatine şâhiddir. Sûrelerin başlarında zikredilen harfler hurûf-ı mu'cemenin isimle­rinin yansıdır... Sanki Allah Teâlâ, Araplara hüccetin onları ilzam ettiği­ni ve onları susturmaya işaret olmak üzere sözlerinin terkibleri olan lâ­fızları saymıştır...". [356] Misal - 2 Müfessir, "Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rab-bi'nin gelmesini mi, yahut Rablerinden birtakım mu'cizelerin gelmesini mi bekliyorlar?" mealindeki el-En'âm Sûresinin 158. âyetinin tefsirinde şöyle der "Yani Rabbinin emrini, ki bu da azâb veya kıyamettir. Zira Rabbin gelmesi müteşâbihtir. Emrinin gelmesi hakkında ise nass olup bu nass muhkemdir. O halde müteşâbih ona döndürülür". [357] Misal - 3 Müfessir, "Rahman arş üzerinde arşa istiva etmiştir. " mealindeki Tâhâ/5 âyetinin tefsirinde şöyle der "İstiva hakkında doğru mezheb Hz. Ali'nin Radıyaitahu Anh sözü­dür[358] İstiva meçhul değildir, keyfiyeti akılla bilinmez, ona iman vacip­tir, onu sormak bid'attir» Zira Allah Teâlâ mekân yokken vardı. O, mekâ­nı yaratmazdan önceki olduğu durumdadır, olandan değişmemiştir".[359] Ebu'l-Berekât bu âyetteki "istiva" kelimesini Zeccâc'dan naklen "isti'lâ" ile tefsir etmekle beraber sonunda Hz. Ali Radıyallahu Anhf rim is­tiva hakkındaki sözünü nakletmekle yetinmemiş "Burada gidilecek yol, uyulacak mezheb Ali Radıyaiiahu Anfy'nin sözüdür." diyerek buradaki isti­vanın muteşâbih olduğuna ve te'vile gitmemek gerektiğine işaret etmiştir.[360] K. Medâriku't-Tenzîl'de Nâsih Mensûh Meselesi Nesh kelimesi lügatte "hâle, bertaraf ve ibtâl etmek,[361] nakletmek, tebdil etmek, değiştirmek ve tahvil etmek"[362] anlamlarına gelmektedir. Muhtelif ıstılahı tariflerin[363] ortak noktalarını alarak ıstılahta neshi "Şer'î delil ile sabit bir şer'î ve fer'î hükmün daha sonra gelen yine şer'î bir delille kaldırılması, ilgâsı, tebdil ve tağyir edilmesidir" şeklinde tarif et­mek mümkündür. Asr-ı Saadetten günümüze kadar nesh hakkında pek çok şey söy­lenmiş ve söylenmeye devam edecektir. Gerçekte, hüküm koymak veya kaldırmakla doğrudan bağlantılı olmasından dolayı nesh meselesi son de­rece önem kazanmaktadır. Bu bakımdan nesh konusunda uzun süren tar­tışmalar olmuş; bazı âlimler neshin aklen ve naklen caiz olup bilfiil vuku bulduğunu ileri sürerken bazıları da bunu İslâm'da bir nakısa gibi görerek ya tamamen reddetmiş, veya geçmiş şerî'atlere tahsisini uygun görmüş­tür. Sahabe ve tâbiûn içinde neshin aleyhinde konuşan ve onun aklen ve sem'an caiz olup olmadığı, meydana geldiği ya da gelmediği konularında -gerek müsbet ve gerekse menfî- fikir ileri sürenlere rastlamıyoruz. Son­raki devirlerde de neshin aklen ve naklen caiz olup olmadığı konusunda değil de sadece neshin mahallinde yani nerelerde vâki olup olamayaca­ğına, Kur'an ile hadiste nerelerde nesh vâki olduğuna, Kur'an ve sünnetin mütekabilen birbirini neshedip edemeyeceğine dair bazı ihtilâflar ortaya çıkmıştır. Bu konudaki ihtilâfları aşağıdaki şekilde maddelendirmek mümkündür 1. Nesh aklen ve naklen caiz midir? 2. Şayet caiz ise bilfiil vuku bulmuş mudur? 3. İslâm'da Kur'an ve sünnette nesh caiz midir? 4. İslâm'da nesh vâki olmuş mudur? 5. İslâm'da nesh vuku bulmuşsa nerelerdedir?[364] Ebu'l-Berekât, eserinde bu ihtilaflı konulara yer yer temas etmiş ol­makla beraber kendi görüşünü de belirtmekten çekinmemiştir. Usûl âlim­leri ve müfessirler tarafından üzerinde çokça durulan ve bazen neshin ce­vazına ve vukuuna, bazen de adem-i cevazına delil getirilen el-Bakara /106 ile en-Nahl/101 âyetlerinin tefsiri sırasında Ebu'l-Berekât nesh ko­nusundaki görüşlerini özetlemiştir. Özellikle el-Bakara/106 âyetinin tefsi­rinde nesh hakkında genişçe bilgi veren müfessir şöyle der "Nesh, lügatte tebdildir. Şeriatte Devamı bizim vehimlerimizde zi­hinlerimizde yerleşmiş şer mutlak bir hükmün terâhî yoluyla daha sonra gönderilen bir delille sona erdiğini beyan etmektir. Bizim hakkı­mızda tebdil olup şeriat sahibi için mutlak beyandan ibarettir. Burada neshin bedâyı gerektireceğini iddia ile neshi inkâr eden Yahudilere bir cevap vardır. Neshin mahalli Muvakkat kılma, ebedî kılma gibi gerek nassla ve gerekse delâletle neshe münâfî bir şey bitişmemiş, varlığı ve yokluğu haddizatında mümkün olan hükümdür. Neshin şartı bize göre ve Mu 'tezile 'nin hilâfına olarak fiilde temekkün olmaksızın fiilde temekkün şartı aranmaksızın sadece kalbin bağlanmasındaki temekkündür. Kitab ve sünnetin müttefikan ve mütekabilen kitabın kitab ile, sünnetin sünnet ile, kitabın sünnetle ve sünnetin kitabla neshedilmesi caizdir. Tilâvet ve hükmün birlikte, tilâveti baki kalarak hükmün, hüküm baki kalarak tilâve­tin, nass üzerine ziyadelikte olduğu gibi hükümdeki bir vasfın neshi caiz­dir. Bu hükmün bir vasfının neshedilmesi, Şafiî -Allah ona rahmet eyle-sin'nin hilâfına olarak bize göre neshtir. İnşâ' ise âyetin ezberlenmesi­nin kalblerden giderilmesidir".[365] Gerek burada ve gerekse tefsirin muhtelif yerlerinde verdiği bilgi­lere göre; "Nesh aklen ve naklen caizdir, fiilen vuku bulmuştur. İslâm'da Kur'an ve sünnette nesh caizdir. Neshin mahalli hükümdür. Dolayısıyla haberlerde nesh vâki olmaz[366] Neşredilenle amel edilmeden önce nesh vuku bulabilir.[367] Daha zor bir bedelle veya daha kolay bir bedelle nesh caizdir[368] Sünnetin Kur'an'la,[369] Kur'an'ın sünnetle neshi caizdir[370] Kur'an'da nâsih îilâveten mukaddem, nüzul bakımından muahhar olabilir".[371] Ebu'l-Berekât, Kur'an'da nesh kapısını ardına kadar açanlardan de­ğildir. Bazı âlimlerce mensûh sayılan birçok âyetin -mensûh olduğuna da­ir haberleri ve rivayetleri verdikten sonra- mensûh olmadığını [372]ifade eder. Birçok yerde de neshe dair rivayetleri fazla itimada şayan bulmadığı zehabını veren lâfzı ile vermekte [373]ve bu âyetlerin nâsihleri ile te'lifmin mümkün olduğunu ifade etmektedir ki bu da onun, Kur'an'da mensûh âyetlerin sayısını çoğaltanlardan olmadığını gösterir. [374] L. Medâriku't-Tenzîl'de Muşkilu'l-Kur'an Meselesi El-Muşkil, âyetler arasında görülen ihtilâf veya tenakuz durumu olup gerçekte Kur'an'da böyle bir durum söz konusu değildir. Zira Allah Teâlâ "Onlar Kur'an'ı iyice düşünüp taşınmıyorlar mı? Kur'an Allah'­tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı onda birçok ihtilâflar bulur­lardı" [375]diyerek Kur'an âyetleri arasında ihtilâf ve tenakuz olmadığını haber vermiştir. Ancak, Allah'ın ilmine göre sınırlı bir ilim ve akla sahip insanlara bazı Kur'an âyetleri arasında tenakuz Var gibi görünebilir. Bu durum âyetler arasında görülebileceği gibi âyetlerle sahih hadisler arasında veya hadisler arasında[376] da olabilir. Bu tür âyetlerin mütenâkız olmadığı ve zahirde görülen ihtilâfın gerçekte olmadığı insan zihnine yaklaştırılarak anlatılmalıdır ki buna "Te'vîlu Müşkili'l-Kur'an" denilir. Âyetler arasında görülen bu ihtilâflar Kur'an tefsirinin önemini ve gerekliliğini daha da açık olarak göstermektedir. Nitekim, daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellemden başlayarak sahabe, tâbiûn, etbâu't-tâbiîn ve onlardan sonra gelenlerin âlimleri Kur'-ân tefsiri ile ilgilenerek açıklamalarında Kur'an âyetleri arasında var gibi görünen tenakuzlara da işaretle gerçekte tenakuz olmadığını belirtmeye çalışmışlardır. Müşkilu'l-Kur'an hakkında ilk konuşanın Abdullah ibn Abbâs ol­duğu ve onun, bu türden bazı âyetler karşısında duraksadığı, cevap vermi-yerek Allah'a havale ettiği rivayet edilir.[377] Hemen bütün tefsirlerde müşkilu'l-Kur'an'ın halline özen gösteril­miş, birbirine zıt görünen âyetlerin arası cem edilerek şüpheler gideril­miştir.[378] Ebu'l-Berekât da tefsirinde mütenâkız görünen âyetlerin tefsirinde, bu âyetler arasında herhangi bir tenakuz çelişki olmadığını göstermeye, isbata özen göstermiş ve bunların tevcihlerini yapmaya çalışmıştır. O, bu durumdaki âyetleri tefsir ederken aradaki ihtilâfa her zaman sarih olarak işaret etme yerine yaptığı tevcihlerle işkâli gidermeye çalışmıştır. Bazen da arada tenakuz var gibi görüldüğünü ifadeden sonra cem'i yoluna git­mektedir. Şimdi müfessirimizin müşkilu'l-Kur'ana yaklaşımını ve bunları cem' ile te'vilini birkaç misalle belirtmekte fayda mülâhaza ediyoruz Misal - 1 Hz. Âdem Aleyhis-Selâm ile Havva'nın cennetten çıkarılmaları ile il­gili âyetlerden el-Bakara/36, 38, el-A'râf/24 âyetlerinde "İnin" emri çoğul; Tâhâ/123 âyetinde ise tesniyedir Burada bir tenakuz çelişki var gibi görünmektedir. Müfessir bu konuda şu bilgileri verir "Hitap Âdem; Havva ve İblis 'edir. Yılanın da bunlara dâhil oldu­ğu söylenmiştir. Doğru olan görüş ise hitabın Adem ve Havva 'ya oldu­ğudur. Maksat ise o ikisi ve zürriyetleridir. O ikisi insanların aslı ve ço­ğalma yeri olduğu içindir ki o ikisi bütün insanlar gibi telâkki olunmuştur. ikiniz toptan oradan inin» [379]âyeti de buna hitabın Adem ve Havva'ya olduğuna delâlet etmektedir".[380] "Çoğul sîğasıyla olmakla birlikte hitap Âdem ve Havva 'yadır. Zira İblîs daha önce inmiştir. İblîs'in önce semâya inmiş olması, sonra da hepsinin birden yeryüzüne inmiş olmaları da muhtemeldir".[381] Bu âyetlerden birincisinde hitabın cemî sîğasıyla olmasının tevci­hini yapmak suretiyle âyetler arası tenakuz olmadığım belirtmeye özen gösterilmiş; ikincisinde ise ikinci bir ihtimal ile değişik bir yorum getiril­miş ve işkâl anlatma zorluğu giderilmeye çalışılmıştır. Misal - 2 Hz. İbrahim'in Aleyhi's-Selâm duasını ihtiva eden el-Bakara/126 âyeti ile İbrâhîm/35 âyetleri arasında lâfız itibariyle bir tenakuz var gibi görün­mektedir. Bunlardan birincisinde "beled" kelimesi nekra olarak getirilirken ikincisinde ma'rife olarak zikredilmektedir. İki âyetin telifini mü­fessir şöyle yapar "Bu âyetle Bakara Süresindeki [382]âyet arasındaki fark şudur "Hz. İbrahim Aleyhis-Selâm Bakara Sûresinde geçen duasında Allah'dan orayı, halkı emniyet içinde olan ülkelerden kılmasını istemiş; ikincide ise orayı korkulu olma sıfatından emniyetli olma haline çıkar­masını istemiştir. Sanki o şöyle demiştir O, korkulu korkulacak bir ül-kedir. Onu emniyetli kıl» ".[383] Müfessir burada lâfzı bir ayrılıktan meydana gelmiş işkâli gider­meye çalışmış ve âyetlerin arasım cem'e muvaffak olmuştur. Misal - 3 Hz. Adem Aleyhi's-Seiâmf'in yaratılışı ile ilgili Âl-i İmrân/59, el-Hıcr/ 26, 28 ve 33, es-Sâffât/11 ve er-Rahmân/14 âyetleri arasında bir tenakuz var gibi görünmektedir. Bunlardan Al-i İmrân Süresindeki âyette onun, "toprak"tany eî-Hıcr Sûresindekinde "pişirilmemiş siyah, kuru çamur" es-Sâffât'dakinde cıvık, yapış­kan çamur"dan, er-Rahmân Sûresindekinde ise "kup­kuru balçık"tan yaratıldığı ifade edilmektedir. Bu lâfızların delâlet ettiği anlamlar muhtelif olup Hz. Âdem Aleyhis-Selâm bunlardan hangisinden yaratılmıştır? Müfessir, bu işkâli belirsizliği şöyle giderir "Biz insanı Adem'i pişirilmemiş, kuru bir çamurdan yarattık. kelimesi 'in sıfatıdır. Yani onu değişken, siyah çamur­dan oluşmuş pişirilmemiş kuru bir çamurdan yarattık demektir. Önce toprak idi, su ile karıştırıldı da çamur oldu. O halde bekledi kaldı, pi­şirilmemiş kuru çamur oldu. Saflaştı "sülâle " oldu. Şekil verildi, kurudu ve "Salsâl" oldu. O halde âyetler arasında tenakuz yoktur".[384] Misal - 4 El-Muminûn/101 âyetinde, kıyamet günü insanlar arasındaki ya­kınlıkların akrabalıkların kesileceği ve birbirlerine bir şey soramaya­cakları haber verilirken; es-Sâffât/50 âyetinde birbirlerine doğru yönelip durumlarım soracakları zikredilmektedir. Müfessir, bu iki âyet arasında zahirde görülen tenakuzu çelişkiyi ve işkâli anlaşım güçlüğünü şöyle giderir "Dünyada iken birbirlerine sordukları gibi dostça soramazlar. Zira herkes arkadaşına soru sorma yerine kendi durumu ile meşguldür kendi durumu ile meşgul olması arkadaşına soru sormasına mânidir. Bu âyetle "Birbirlerine dönüp sorarlar" [385]âyeti arasında tenakuz yoktur. Zira kıyametin değişik yerleri ve zamanlan vardır. Bir yerde korkuları şid­detlenir de birbirlerine birşey soramazlar. Başka bir yerde ayrılır ve birbirlerine sorarlar"[386] Müfessir, âyetlerde anlatılan durumları ayrı zamanlara hamletmek suretiyle aralarında tenakuz olmadığını belirtip işkâli gidermiştir. Misal - 5 Kıyamet günü, dünyada iken insanları saptıranların kendi günahları ile birlikte dalâlete düşürdüklerinin de günahlarını yükleneceklerini haber veren en-Nahl/25 ve el-Ankebût/13 âyetleri ile kimsenin bir başkasının günâhını taşımayacağını ifade eden el-En'âm/164, el-İsrâ'/15, Fâtır/18, ez-Zumer/7 ve en-Necm/38 âyetleri arasında zahirde görülen tenakuzu müfessir şöyle te'lif eder uzlaştırır "Hiçbir günahkâr nefis bir başkasının günahını taşımayacaktır... Kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber başka yükleri de taşıyacak­lardır" [387]sözü kendileri dalâlette olup başkalarım da dalâlete düşüren­ler hakkında vârid olmuştur. Kendileri dalâlette olduklarından kazanmış oldukları yükleriyle günahlarıyla beraber insanları dalâlete düşürme yüklerini günahlarını de taşıyacaklardır. Bunların hepsi kendi günahları olup içinde kendileri dışında olan bir başkasının günahından hiçbir şey yoktur. Görmez misin Allah Teâlâ onların Bizim yolumuza uyun ki sizin hatalarınızı da yüklenelim» sözlerinde onları Elbette onlar, onların ha­talarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir»"[388] sözüyle nasıl yalanla­maktadır? ".[389] Böylece müfessirimiz el-Ankebût/13 âyetinde zikredilen "onların, günahları yanında yüklenecekleri günahların " yine kendi günahları cüm­lesinden olduğu açıklaması ile işkâlı gidermiş ve âyetler arasında tenakuz çelişki olmadığını belirtmiştir. [390] MUKADDİME Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla O bana yeter. Ondan başka ilâh yoktur. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Selleme Salât ve Selâm olsun. Hamd, zatı itibariyle herhangi bir vehim işaretinden uzak olan Al­lah'a mahsustur. Akıllar ve anlayışlar onu sıfatlarıyla idrak edemezler. Çünkü o bundan yücedir, mukaddestir. Hiçbir varlık henüz ortada yok iken O yine İlâhlık vasfına sahipti. Her fani varlığa rağmen O, ezelî ve ebedîdir. O öyle bir meliktir ki, celâl ve azametinin nurları tüm gözlerin ay­dınlığını siler götürür. O öyle bir mütekebbir/üstün büyük zattır ki, üs­tünlüğünün veya büyüklüğünün gücü tüm fikirleri yok eder. O öyle bir kadimdir ki, sonradan yaratılanlara benzemekten beridir. O öyle bir ulu­dur ki, mekandan münezzehtir. Herhangi bir cisme benzerlik göstermek­ten beridir, yücedir. Öylesi bir kadirdir ki, keyfiyetine nasıl olduğuna asla işaret olu­namaz. O öylesine kahredici bir üstün güce sahiptir ki, yarattıklarına gö­rev yüklemesi ve onları mükellef tutması yüzünden asla sorumlu tutul­maz, tutulamaz. O öylesine alim -her şeyi en ince detaylarına kadar bilendir- ki, insanları yaratmış ve onlara konuşmayı öğretmiştir. O öyle bir hakim-hikmet sahibidir -ki, ruh ve bedenlerin şifası için Kur'an'ı in­dirmiştir-. Salât ve selâm belâgatçılann ve edebiyatçıların kabiliyetlilerinin içinden sıyrılıp çıkan, güzel konuşanların ve en iyi öğüt verenlerin arasın­dan en üstün yere gelen, Allah'ın kullarına peygamber olarak gönderi­len, Allah'a ve hak yoluna çağıran Muhammed Sallallhüahu Aleyhi ve Sellem, olsun. Ehli Beytine, taraftarlarına, salât ve selâm olsun. Efendimiz, büyük îmam, önde gelen değerli bilgin, dünya insanla­rının hocası, sünneti ve farzı yeniden canlandırıp asıl konumuna getiren, Allah tarafından indirilen kitabın sırlarına ait gerçekleri meydana çıkaran, te'vil ve tefsire ilişkin derin manaları açan, Rahman olan Yüce Allah'ın kelâmının anlaşılmasına tercümanlıkta bulunan, Meâni ve Beyan ilimleri­ne vakıf olup Kur'an'ı tefsir ve te'vilde hatalardan sakınan, usul ve fürua ait bilgileri bünyesinde bulunduran, dinin ve şeriatın koruyucusu ve kol­layıcısı olan, İslâm'ın ve Müslümanların önderi bulunan, nebi ve rasullerin ilimlerinin varisi, yetişmiş müçtehidlerin en iyisi ve üstünü, araştırma­cıların ve muhakkiklerin öne atılanlarının en cesaretlisi, mutluluk getiren keramet sahibi Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefî -Allah uzun Ömürlü kılarak İslâm'ı ve Müslümanları da onunla karşılaş­tırarak faydalı kılıp bereketlendirsin- [391] der ki Benden, kendilerine cevap vermem bir bakıma zorunlu hale gelen ki­mileri tarafından tefsir alanında orta hacimli olan, değişik irap ve kıraat hususlarına yer veren, Bedi ve Mantık ilimlerini içeren, Ehli Sünnet ve'l-Ce-rnaat'ın görüşleriyle süslenip güçlenen, bid'at ehlinin, sapık kimselerin batıl ve yanlış düşünce ve görüşlerinden arınmış, aynı zamanda usanç verici ve bıkkınlık getirecek kadar uzun, maksadı anlatamayacak kadar kısa olma­yan bir eser tefsir hazırlamam istendi. Ben, bunun insan gücünün üzerinde bir gayret istemesi, bu ağır işin gereğince idrakten eksik olunması gibi gerekçeler nedeniyle böyle bir işten uzak durma yolunu tutarak bu türden oldukça ağır bir yükün altına girmek için ileriye doğru bir adım atarken, aynı anda geriye doğru da bir adım ata­rak bu konuya hep temkinli yaklaşmışımdır. Oldukça fazla meşguliyet ve sıkıntılara rağmen sonunda Yüce Allah'ın beni buna muvaffak kümasıyla bu tefsir işine giriştim ve gerçekten de kısa bir zaman zarfında bu tefsiri ta­mamlamış oldum. Bu tefsirin adını da "Medariku'l-Tenzil ve Hakaikul Te'vil" Yani "Allah tarafından indirilen Kur'an'ın tefsirine ait gerçekleri an­layıp kavrama" olarak koydum. O Allah her zoru kolaylaştıran, dilediğini de dilediği şekilde yapmaya kadir ve davetine de icabet olunmaya lâyık olan yegâne zattır. [392] 27 Şubat 2015 Akaid - Tevhid, Video 11,527 GörüntülemeÖMER NESEFÎ AKÂİDİ TERCÜME VE ŞERHİ – 1 YoutubeVimeoDailymotionDinleİndir Yükleniyor… Yükleniyor… Yükleniyor… Yükleniyor… Ömer Nesefî “El-Akâidü’n Nesefiyye” isimli risâlesinin metnini esas aldığımız bu dersimizde, gerek İmam Mâturidî gerekse İmam Eş’arî ekolünden herhangi birine, takım tutar gibi her konuda –muhkem bir meseleye şüphesiz inanır gibi- bağlanmak yerine; bu iki âlimin görüşlerinden hangisi Selef-i Sâlihîn’in i’tikâd, görüş, menhec ve metoduna uygun ise ona uyulması en selâmetli yoldur. Zira Rabbimiz, Muhâcirîn ve Ensâr’ın, ilk ve öncü şahsiyetlerinden râzı olduğunu ve onlara en güzel şekilde ittibâ edenlerden de râzı olduğunu/olacağını haber vermiştir. Bu nedenle her Müslüman, Kur’an ve Sünnet’e, Ashâb-ı Kirâm’ın anlayıp iman ettiği gibi tâbi olmak zorundadır. Çünkü onlar, Rasûlullah tarafından Allah’ın dininin kendilerine teblîğ, ta’lîm, tebyîn edildiği ve Allah’ın vahyi ile kendilerinin tezkiye edilip arındırıldığı kimselerdir. Vahiy de onların yaşadığı dönemde indirilmiştir. Onların İslâm’ı en iyi bilen kimseler oldukları herkesçe ma’lûmdur. Onların, Peygamberimizden öğrendikleri din ve fıkhın dışındaki anlayışları, sırf isimleri büyük âlimler söylediler/söylüyorlar diye itirazsız kabul etmek yanlıştır. Neticede şunu kabul etmek gerekir ki, önünde-sonunda ancak vahye uyulur/uyulması gerekir. İnsanların sözleri –ictihâd anlamında- yanlış ise, doğru olan görüşe uymak büyük bir fazilettir. Zaten ictihâd’da hata eden âlimler de bunu söylemektedirler ve istemektedirler. Zira hiçbir kimsenin sözü Nass’ın yerine geçirilemez. Ve gerçek ortaya çıkmış olmasına rağmen, bir takım mensûbiyet ve taassuplar nedeniyle insanların reyine uyulamaz!DERSTE İŞLENEN KONULARA AİT METİN VE TERCÜMELER1 – EŞYANIN HAKİKATLERİ أَمَّا بَعْدُ، قَالَ أَهْلُ الْحَقِّ حَقَائِقُ الْأَشْيـَاءِ ثَابِتَةٌ، وَالْعِلْمُ بـِـهـَا مُتَحَقِّقٌ خِلاَفًا لِلسُّوفَسْطَائِيَّةِEhli Hak Ehli Sünnet âlimleri der ki Eşyânın hakikatleri o şeyi oluşturan, o şeyin kendisiyle meydana geldiği şey sâbittir. Bunlarla eşyânın hakikatleriyle ilgili ilim gerçektir. Bu, Sofestâiyye’nin felsefecilerin yani kâinâtın yaratıcısı olarak Allah’ı kabul etmeyen, varlıklar hakkında müspet ya da menfî bir hükme ulaşamayan, daima şüphe içinde olan felsefî düşünce akımlarının hilâfınadır aksinedir, onlar bu görüşte değildirler.2 – İLMİN İLİM ELDE ETME SEBEPLERİ وَأَسْـبَابُ الْعِـلْـمِ لِلْخَلْقِ ثَلاَثَةٌ اَلْحَوَاسُّ السَّلِيمَةُ، وَالْخَبَرُ الصَّادِقُ، وَالْعَقْلُ Mahlûkât için, ilmin ilim elde sebepleri üçtür Selîm sağlıklı, sağlam duyu orhanları, sâdık doğru haber, sağlıklı – DUYULAR فَالحَوَسُّ خَـمْـسٌ اَلسَّمْعُ، وَالْبَصَـرُ، وَالشَّـمُّ، وَالذَّوْقُ، وَاللَّمْـسُ. وَبِكُلِّ حَاسَّةٍ مِنْـهَا تُوقَفُ عَلَى مَا وُضِعَتْ هِـيَ لَهُ Duyular beş tanedir İşitme, görme, koklama, tatma ve dokunmadır. Bu duyu organlarından her biri ile, o duyu organı ne için vaz’ edilmiş konulmuş, tayin edilmiş ise, o şeye vâkıf olunur o şey hakkında bilgi elde edilir.4 – SÂDIK DOĞRU HABER وَالْخَبـَرُ الصَّــادِقُ عَـلَى نَوْعَيْنِ أَحَدُهُمَا الْخَـبَرُ الْمُتَوَاتِرُ، وَهُوَ الْخَـبَرُ الثَّابِتُ عَلَى أَلْسِنَةِ قَوْمٍ لاَ يُتَصَوَّرُ تَوَاطُؤُهُمْ عَـلَى الْكَذِبِ . وَهُوَ مُوجِبٌ لِلْعِلْمِ الضَّـرُورِيِّ كَالْعِلْمِ بِالْمُلُوكِ الْخَالِيَةِ فِي الْأَزْمِنَةِ الْمَاضِيَةِ وَالْبُلْدَانِ النَّائِيَةِ Haber-i sâdık sâdık haber iki çeşittir Birincisi, mütevâtir haberdir. Mütevâtir haber; yalan üzerinde anlaşmaları ittifak etmeleri düşünülemeyen bir topluluğun dilleri üzere sabit olan haberdir. Mütevâtir haber, zarûrî kesin bilgiyi gerektirir. Geçmiş zamanlarda yaşamış hükümdarları ve uzak şehirleri bilmek – HABER-İ RASÛL PEYGAMBER HABERİ وَالنَّوْعُ الثَّانِي خَبَرُ الرَّسُولِ الْمُؤَيَّدِ بِالْمُعْجِزَةِ وَهُوَ يُوجِبُ الْعِلْمَ الْإِسْتِدْلاَلِيَّ. وَالْعِلْمُ الثَّابِتُ بِهِ يُضَاهِى الْعِلْمَ الثَابِتَ بِالضَّرُورَةِ فِي التَّيَقُّنِ وَالثَّبَاتِ İkinci çeşit sâdık haberin ikinci çeşidi; mu’cize ile te’yîd edilmiş doğrulanmış Peygamberin haberidir vahiydir. Bu haber, istidlâlî ilim gerektirir. Peygamber haberi ile sâbit olan ilim, yakînî kesin bilgi ve sâbit olma hususunda zarûrî olarak sâbit olan ilme benzer. Ömer Nesefî Akâidi Tercüme ve Şerhi – 2 Ömer Nesefî Akâidi Tercüme ve Şerhi – 3 Ömer Nesefî Akâidi Tercüme ve Şerhi – 4 BUNA'DA BAK! Download Free PDFDownload Free PDFDownload Free PDFTürk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2017Saidbek BoltabayevÖzcan TabaklarThis PaperA short summary of this paper37 Full PDFs related to this paperDownloadPDF Pack Download Free PDFDownload Free PDFOsmanlı Tefsir Geleneğinde Türkçe Tefsirlerin Yeri, 2020B. BozifderThis PaperA short summary of this paper37 Full PDFs related to this paper Şerhul Akaid-i Nesefi Tercümesi, Arapça Metin ve İzahat, Sa'düddin Taftazani 17x24 cm Ebat, Sert Kapak Ciltli, Şamua Kağıt, 534 Sayfa "Taftâzânî şark ve garpta hemen bütün âlimlerin itibarını kazanmış ender rastlanan muhakkik âlimlerdendir. İbn-i Haldun Mukaddime isimli meşhur eserinin aklî ilimlere hasrettiği bölümünde, Şark memleketlerinin aklî ilimlerdeki üstünlüğünü anlatırken, Mısır’da bulunduğu sırada Sa’düddin Taftâzânî’nin aklî ilimlere dair eserleriyle karşılaştığını ve bu eserleri takdir ettiğini belirtir. Söz konusu eserlerin, kendisinden Horasan memleketlerinin büyüğü diye söz ettiği Taftâzânî’nin bu ilimlerdeki derinliğine işaret ettiğini söyleyen İbn-i Haldun, Taftâzânî’yi hikemî ve aklî ilimlerde çok başarılı bulur. Taftazani, Şerhu'l-Akâid'de gerek akli ilimlere gerekse kelam ilmine olan vukufiyetini kitabın hacminin elverdiği ölçülerde ispatlamaktadır. Ayrıca metni Matürüdi çizgisinde yazılmış bir kitap olması bakımından Şerhu'l-Akâid Ehl-i sünnetin iki kelami kolu olan Eşarilikle Matüridilik arasında okuyucuya mukayese imkânı sağlayan önemli bir kaynaktır. Yer yer problemler gündeme getirip çözümlerine dair mühim tetkikler ihtiva etmesi bakımından Şerhu'l-Akâid kelami düşünce geleneğinde önemli bir mevki ihraz etmiştir. Kadim kelami düşünceye bir ölçüde aşinalık kesbetmek isteyen kimseler için eser hâlâ başucu kitabı olarak tarihteki önemini muhafaza etmektedir. Taftâzânî şark ve garpta hemen bütün âlimlerin itibarını kazanmış ender rastlanan muhakkik âlimlerdendir. İbn-i Haldun Mukaddime isimli meşhur eserinin aklî ilimlere hasrettiği bölümünde, Şark memleketlerinin aklî ilimlerdeki üstünlüğünü anlatırken, Mısır’da bulunduğu sırada Sa’düddin Taftâzânî’nin aklî ilimlere dair eserleriyle karşılaştığını ve bu eserleri takdir ettiğini belirtir. Söz konusu eserlerin, kendisinden Horasan memleketlerinin büyüğü diye söz ettiği Taftâzânî’nin bu ilimlerdeki derinliğine işaret ettiğini söyleyen İbn-i Haldun, Taftâzânî’yi hikemî ve aklî ilimlerde çok başarılı bulur. Taftazani, Şerhu'l-Akâid'de gerek akli ilimlere gerekse kelam ilmine olan vukufiyetini kitabın hacminin elverdiği ölçülerde ispatlamaktadır. Ayrıca metni Matürüdi çizgisinde yazılmış bir kitap olması bakımından Şerhu'l-Akâid Ehl-i sünnetin iki kelami kolu olan Eşarilikle Matüridilik arasında okuyucuya mukayese imkânı sağlayan önemli bir kaynaktır. Yer yer problemler gündeme getirip çözümlerine dair mühim tetkikler ihtiva etmesi bakımından Şerhu'l-Akâid kelami düşünce geleneğinde önemli bir mevki ihraz etmiştir. Kadim kelami düşünceye bir ölçüde aşinalık kesbetmek isteyen kimseler için eser hâlâ başucu kitabı olarak tarihteki önemini muhafaza sunduğumuz "Şerhu'l-akaid", İslam dünyasında en yaygın olan akaid-kelam kitaplarının başında gelmektedir. Osmanlılar dahil olmak üzere bütün İslam ülkelerinde altı asırdan beri bu eser okunmakta ve üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Elinizdeki tercüme, akaid-kelam tarihçesini konu alan bir "Giriş"ten başka geniş dipnotları ve açıklamaları da ihtiva etmektedir. Bu dipnotlarda kelami konularda diğer mezheplerin, mutasavvıfların, filozofların görüşlerine temas edilmiş, böylece esere bir bütünlük kazandırılmıştır. Yazar Sa'düddin Et- Taftazani Tercüme ve İzah Ali Haydar Doğan Sayfa Sayısı 534 Boyut 17 x 24 cm Basım Yeri İstanbul Kapak Türü Ciltli Sert Kapak Kağıt Türü Şamua Kağıt Dili Arapça - Türkçe Dağıtım Kitap Takipçileri Temin Süresi Aynı gün kargo Kitabın Yazarı Sadettin Taftazani Kimdir? Sadeddin-i Taftazani 1322-1390 "Büyük İslam alimlerindendir. Belagat, mantık, metafizik, kelam, fıkıh ve bir çok ilim dalında eser vermek suretiyle haklı bir şöhrete sahip oldu. Kaleme aldığı eserleri, bir çok İslam medresesinde ders kitabı olarak okutuldu. Taftazani'nin künyesi; Sadeddin Mesud b. Ömer şeklindedir. 1322 yılında Horasan bölgesinde bulunan, Nasa yakınlarındaki Taftazan kasabasında doğdu. İlk eserini daha 16 yaşında iken, Faryamud'da bulunduğu sırada yazdı 1338. Herat, Gucduvan, Gülistan ve Harizm'de bulundu. Timur tarafından Semerkand'a davet edildi. Taftazani, Hicaza gitmek üzere olduğunu bildirerek daveti kabul etmediyse de ikinci kez davet edilince kabul ederek Semerkand'a gitti. Timur, kendisine büyük hürmet gösterdi. Şiraz bölgesi Timur tarafından alınınca burada bulunan ve daha önceden Timur tarafından tanınan Şerif Cürcani de Semerkand'a geldi. Taftazani, yazdığı eserleri ile bir çok kişiyi etkiledi. İbn Haldun, yazmış bulunduğu "Mukaddime" adlı eserinde, ondan söz etmektedir. Taftazani, hem Şafii hem de Hanefi mezhebiyle ilgili eserler kaleme aldı. Bundan dolayı da bazı alimler kendisini Hanefi, bazıları da Şafii mezhebine bağlı olduğunu yazmaktadırlar. Arkasında çok sayıda eser bıraktıktan sonra 1390 yılında vefat etti. Vefat tarihi bazı kaynaklarda 1389, bazılarında 1395 diye de kaydedilmektedir. Taftazani, imanı "Cenab-ı Hakk'ın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur" şeklinde tanımlar. Şemsi Ezeliden insanın vicdanına ihsan edilen iman nuru, vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırır. Bu sayede kainata karşı bir dostluk ve yakınlık meydana gelir. Bir emniyet vucüt bulur. İnsanın kalbinde meydana gelen büyük manevi kuvvetin yardımıyla her türlü musibete ve olaya karşı mukavemet gösterebilir. Kalbin genişlemesiyle hem geçmiş hem de gelecek zamanları içine alır. Cenab-ı Hakk'ın ihsan ettiği iman nuru ile amel ve kabiliyetler gelişip yayılarak Cennete doğru yol alır. Eserleri 1-Şerhü'l-Tasrif el-İzzi; Dil bilgisi ile ilgili olan bu eserini henüz onaltı yaşlarında iken yazmıştır. 2-El-İrşad İrşadü'l-Hadi; Harizm'de bulunduğu sırada Arapça olarak yazdı. Dil bilgisi ile ilgilidir. 3-El-Şerhü'l-Mutavval; Belagat ile ilgilidir. Herat'ta kaleme aldı. 4-Muhtasarü'l-Maani; Belagatla ilgilidir. Gucduvan'da tamamlamıştır. 5-Şerhü'l-Kısm el-salis mine'l-Miftah; Semerkand'da bulunduğu sırada tamamladı. Belagata dairdir. 6-El-Telvih ila keşfü'l-Hakaik el-Tenkih; Gulistan'da yazdı. Fıkıh ile ilgilidir. 7-Şerhü'l-Muhtasar fi'l-usul; Harizm'de tamamladı. Fıkha dairdir. 8-El-Miftah; Şafii mezhebiyle ilgilidir. 9-İhtisar Şerh Telhisü'l-Cami el-kabr; Hanefi mezhebi ile ilgilidir. 10-El-Niamü'l-savabiğ fi şerhü'l-kelam; Tefsire dairdir. 11-Mukaddemat-ı İsna Aşer; Kırk elli sayfadan oluşan bu eserinde kader konusunu ele alıp izah etmeye çalışmıştır. Bunların dışında mantık, metafizik ve kelam ile ilgili eserler de yazmıştır. KİTABIN YAZARI SÂDEDDÎN TEFTÂZÂNÎ KİMDİR? HAKKINDA BİLGİ İslâm âlimlerinin en büyüklerinden. İsmi,Mes’ûd bin Ömer’dir. 1322 H. 722 senesinde Horasan’da Nesâ civârındaki Teftâzân kasabasında doğdu. 1839 H. 792de Semerkant’ta vefât etti. İlmini Kutbüddîn Râzî ve Adûdüddîn-i Îcî’den öğrendi. Tefsir, hadis, fıkıh ve akâid bilgilerinde zamânının en büyük âlimiydi. Yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Tîmûr Hanın hizmetinde bulunmuş ve bu Cihangir tarafından pekçok hürmet ve tâzime nâil olmuştu. Tîmûr Han ile birlikte seferlerde bulunmuş, nihâyet Tîmûr Han tarafından Semerkand’a gönderilmişti. Teftâzânî’den evvel, Moğolların İslâm beldelerine saldırıp, istilâ ederek her tarafı yakıp yıkmaları, binlerce Müslümanı ve İslâm âlimini şehit etmeleri netîcesinde ilimde de bir duraklama olmuştu. Böylece İslâm medeniyetine bir ara verilmiş veİslâm memleketlerinde ilim ve âlim hemen hemen kalmamış gibiydi. Teftâzânî ilme dâir çalışmalarıyla, yetiştirdiği talebeleriyle ve yazdığı kıymetli eserlerle İslâm bilgilerinin unutulmasını, yok olmasını önlemiş ve böylece yeniden canlandırmıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, akâid ve diğer ilim dallarında çok kıymetli eserler yazmıştır. İlim ehli tarafından onun bu eserleri devâmlı okunmuş, incelenmiştir. Kitapları şerh, hâşiye açıklama denilen îzâhlarla dünyânın her tarafına yayılmıştır. Böylece ilimde yeniden âlimler yetişmiş ve kitaplar yazılmıştır. Bu sebeple Teftezânî ile İslâm âlimleri devri iki kısma ayrılıp, kendisinden evvel gelmiş olanlara, "Mütekaddimîn”, sonra gelenlere"Müteahhirîn” adı verilmiştir. Bir ara Anadolu’yu ziyâret etmiş, Osmanlı âlimleriyle görüşmüş, aralarında ilmî çalışmalar ve incelemeler olmuş, o târihten îtibâren kitapları Osmanlı ilim müesseselerinde de okunmaya, Osmanlı âlimleri tarafından eserlerine şerh, hâşiye açıklama ve îzâhler yapılmağa başlanmış, eserleri üzerinde çalışılmıştır. Eserleri Edebî ilimleri içine alan Telhîs kitabı üzerine yazdığı Mutavvel ve Muhtasar isimli şerhleri, Akâid-i Nesefi Şerhi, Sadrüş-Şerîa’nın Tenkîh kitabına şerhi olan Telvîh kitabı, kelâm ilminde yazdığı Mekâsıd kitabı ve buna yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Tefsirde Keşfü’l Esrâr ve Keşşâf Hâşiyesi, hadiste Hadîs-i Erbaîn Şerhi, Nahivde İrşâd-ül-Hâdî, ayrıca Tehzîb-ül-Mantık vel-Kelâm, Serhü’ş-Şemsiyye, Şerhü’l-İzzî, Fetâvel-Hanefiyye, Sekkânî’nin Miftâh Şerhi, Şerhi Hudbet-il Hidâye’si ve daha birçok eserleri vardır. Keşfü’l-Esrâr tefsiri Farsçadır. Buyururdu ki; "Likülli şey’in mâniun ve lil ilmi mevâniu.” Her şey için bir mâni, ilim için birçok mâni vardır.

nesefi tefsiri türkçe tercümesi pdf