cash. topluma öncü olmuş bir kişinin hayat hikayesi Kayıtsız Üye topluma öncü olmuş bir kişinin hayat hikayesiCevap topluma öncü olmuş bir kişinin hayat hikayesi YaReN Topluma Örnek Olmus Kişilerin Hayat Hikayesi – Topluma Öncü Olmus Kişiler Hikayesi Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doğdu. 1839’da Kocacık’ta doğduğu sanılan babası Ali Rıza Efendi aslen Manastır’a bağlı Debre-i Bâlâ’dandır. Milis subaylığı, evkaf kâtipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım’la evlendi. Öğrenim çağına gelen Mustafa, annesinin isteğiyle Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, daha sonra babasının isteğiyle Mektebi Şemsi İbtidai’ne Şemsi Efendi Mektebi geçti. 1888 yılında babasını kaybetti. Bir süre Rapla Çiftliği’nde dayısı Hüseyin’in yanında kaldıktan sonra Selanik’e dönüp okulunu bitirdi. Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik’te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi. Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi’ndeki ev 1870’de Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878’de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır. Ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır. Bu ev önce İbrahim Zühdü’ye, daha sonra Abdullah Ağa ve eşi Ümmü Gülsüm’e satılmıştır. Mustafa, Selânik Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydoldu ve 1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi’ne girdi. Bu okulda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey ona anlamı mükemmellik, olgunluk olan "Kemal" adını verdi. Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey Yücekök, özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal’in düşünce yapısını etkiledi. Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisi’ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey’in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi’ne kaydoldu. 1896-1899 yıllarında okuduğu Manastır Askerî İdadisi’nde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey Bilge, Mustafa Kemal Efendi’nin tarihe olan merakını güçlendirdi. Bu tarihte başlayan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem İdadi öğrencisi olduğu için, hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Bu okulu ikincilikle bitirdi. 13 Mart 1899’da İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye girdi. Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 1902’de Mülazım bu günki ismiyle Teğmen rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi 1317 – olarak bitirdi. Akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne Harp Akademisi devam ederek 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. Sakıp Sabancı Sakıp Sabancı 7 Nisan 1933 – 10 Nisan 2004, Türk işadamı, Sabancı Holding eski yönetim kurulu başkanı. 2004 yılında Amerikan iş dergisi Forbes’in milyarderler listesinde 147. sırayı almıştır. Renkli ve enerjik kişiliği ile de tanınan Sabancı, halka yakın tavırlarıyla Sakıp Ağa lâkabını kazanmıştır. Hayatı 7 Nisan 1933 tarihinde, pamuk tâciri Hacı Ömer Sabancı 1906 – 1966 ve Sadıka Sabancı’nın 1910 – 1988 ikinci çocuğu olarak Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğdu. Küçük yaşta Adana’ya göç ettiler. Çocukluğunu Adana’da geçirdi. İlkokulu Adana İsmet İnönü İlköğretim Okulu’nda okudu. 1948 yılında lise öğrenimini yarıda bırakarak Akbank’ta stajyer memur olarak çalışmaya başladı. 1950’de ailesiyle beraber İstanbul Emirgan’da bulunan Atlı Köşk’e taşındı. 1957 yılında teyzesinin kızı Türkan Civelek ile evlendi. 1966 yılında, babasının vefatı üzerine kurulan Sabancı Holding’in yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Annesi ve kardeşleri ile birlikte Hacı Ömer Sabancı Vakfı’nın kurulmasına öncülük etti. Bu vakıf aracılığı ile 1999’da Türkiye’nin ilk vakıf üniversitelerinden biri olan Sabancı Üniversitesi’ni kurdu. Yardımsever ve hayırsever kişiliği ile tanınmıştır. Adana’ya Türkiye’nin en büyük camilerinden birini yaptırdı. Sayısız okul ve hastane yaptırdı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sakıp Sabancı, tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde 10 Nisan günü sabaha karşı saat sıralarında hayatını kaybetti. 71’inci yaşını iki gün önce hastanede kutlayan Sabancı’nın ölüm nedeni "böbrek tümörünün karaciğere atlaması" olarak açıklandı. Sabancı’nın ölümü, bütün Türkiye’de büyük üzüntü yarattı. 12 Nisan günü Sakıp Sabancı, Sabancı Center’da düzenlenen Devlet Töreninin ardından yaklaşık kişinin katıldığı cenaze töreniyle Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gözyaşlarıyla toprağa verildi. Ödülleri ve nişanları * Dünyanın başarılı işadamlarına verilen "Altın Merküri" ödülü 1979 * Belçika Prensi’nin Atlı Köşk’te takdim ettiği "Belçika Kraliyet Nişanı" 1987 * Japon hükümeti tarafından takdim edilen "Kutsal Hazine Altın ve Gümüş Yıldız Nişanı" 1992 * Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından takdim edilen "Devlet Üstün Hizmet Madalyası" 1997 * İsviçre-Zürih’teki Avrupa Ekonomi Enstitüsü tarafından takdim edilen "Avrupa Kristal Dünya Ödülü" 1997sass * Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın takdim ettiği "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" 1999 * New York’taki FABSIT Vakfı tarafından verilen "Yılın İşadamı" ödülü 1999 * Fransız Hükümeti tarafından takdim edilen "Légion d’honneur Madalyası" 2001 * GYTE tarafından verilen "Türk Sanayiine Teknoloji ve Kalite Kazandıran İşadamı" Onursal doktoralar * 1984 Anadolu Üniversitesi, Eskişehir * 1986 University of New Hampshire, New Hampshire, ABD * 1992 Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul * 1993 Erciyes Üniversitesi, Kayseri * 1997 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbulGirne Amerikan Üniversitesi, Girne, KKTCTrakya Üniversitesi, Edirneİstanbul Üniversitesi, İstanbul * 1998 Southeastern University, Washington ABD * 1999 Çukurova Üniversitesi, Adana * 2002 Kırıkkale Üniversitesi, Kırıkkale Kitapları 1. İşte Hayatım 1985 2. Para Başarının Mükafatıdır 1985 3. Gönül Galerimden 1988 4. Rusya’dan Amerika’ya 1989 5. Ücret Pazarlığı mı ? – Koyun Pazarlığı mı ? 1990 6. Değişen ve Gelişen Türkiye 1991 7. Daha Fazla İş Daha Fazla Aş 1993 8. Doğu Anadolu Raporu 1995 9. Başarı Şimdi Aslanın Ağzında 1998 10. Hayat Bazen Tatlıdır 2001 11. Sakıpname 2002 12. Bıraktığım yerden Hayatım; 13. Her Şeyin Başı Sağlık;
45 yaşındaki Vedat Çalışkan’ın organlarının 8 kişiye hayat olmasının ardından organ bağışı konusu yeniden gündeme geldi. Organ bağışının sevindirici olduğunu ve bunu topluma örnek olacak görevli bir imam tarafından yapılmasının ise ayrı bir sevinç olduğunu ifade eden Kastamonu Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Hasan Serdar Bozkurt, “Tüm dünyada ve Türkiye'de organ nakli bekleyen çok sayıda hasta var. Bu sayı da her gün gitgide artmaktadır. Vedat Çalışkan’ın organlarının din görevlisi kardeşi tarafından bağışlanması topluma güzel bir mesaj oldu. İnşallah bunun devamı gelir” diye konuştu. Ülkemizde aile yapısının güçlü olması ve birbirlerine bağlı olunması nedeniyle bugüne kadar nakillerin büyük bir çoğunluğunun aile içinden canlı vericilerden sağlandığını hatırlatan Başhekim Bozkurt, “Ama ideal olanı kadavradan veya tıbben beyin ölümü gerçekleşmiş hastalardan olan nakillerdir” dedi. Organ bağışı yapmanın sakıncalı olmadığı konusunda halkın bilinçlenmesi gerektiğini söyleyen Bozkurt, “Biz de burada hastanemizde yaklaşık 1 hafta öncesinde ateşli silah yaralanması sebebiyle yoğun bakımımızda takibimizde olan hastamızın tıbben beyin ölümünün gerçekleştiğine arkadaşlarımız kanaat getirdikten sonra hasta yakınlarıyla diyaloga geçildi. Hasta yakınlarının da duyarlılığı sebebiyle vefat eden hastamız Vedat Çalışkan’ın bütün organlarını bağışlamak istediklerini belirtti. Hastamızın, kalp, akciğer, karaciğer ve iki böbreği Ankara’dan gelen bir ekip tarafından nakil edilmek üzere ihtiyacı olan hastalara transportu sağlandı” diye konuştu. “BİR KİŞİ 8 KİŞİYE HAYAT OLDU” Vefat eden hastanın organlarının birçok hastaya umut ışığı olduğunu da ifade eden Bozkurt, şunları kaydetti “Burada üzüntümüz bir hastamızın hayatını kaybediyor olması. Ancak diğer taraftan baktığımızda bir kişi 8 kişiye hayat oldu. Onların hayata yeniden tutulmasına vesile oldu. Başımıza böyle bir olay gelmeden, ihtiyacımız olmadan hep hasta olduğumuzda böyle bir bağışın önemini fark ediyoruz ama bir gün organ nakli bize de gerekebilir. Hepimize gerekebilir. Hasta olmadan organ bağışı konusunda hepimiz çok duyarlı olmamız gerekiyor. Bu konuda da bilinçli olmalıyız. Organ bağışı hayat kurtarır.” “ORGAN BAĞIŞLAMAK CAİZDİR” Beyin ölümü gerçekleşen Vedat Çalışkan’ın organları din görevlisi kardeşi, organ bağışlamak caizdir’ diyerek 8 hastaya nakledilmişti. 45 yaşındaki Vedat Çalışkan’ın, bir hafta önce ateşli silah yaralanması sonucu 112 Acil Sağlık ekiplerince Kastamonu Devlet Hastanesine kaldırılarak yoğun bakımda tedavisine başlandı. Burada yapılan tüm müdahalelere rağmen beyin ölümü gerçekleşen Vedat Çalışkan’ın yakınları organları bağışlama kararı aldı. Bunun üzerine Ankara’dan gelen ekiplerce, operasyonla alınan Çalışkan’ın kalbi, karaciğeri, iki böbreği, akciğeri ve korneaları Sağlık Bakanlığına ait ambulans uçak ve helikopterle Ankara ve İstanbul’daki çeşitli hastanelerde nakil bekleyen 8 hastaya ulaştırıldı. Tosya’da İlçe Halk Kütüphanesinde görev yapan Vedat Çalışkan’ın kardeşi İsmail Çalışkan, abisinin vefat ettiğini belirterek, “Bizim acımızın tarifi yok. Hayata tutunma adına bizler çok çaresizlikler yaşadık. Bizim çaresizliğimiz, başkalarının çaresizliğine hayat ışığı olsun istedik. Ailece bir karar aldık ve abimin organlarını bağışlamak istedik. Başkalarına hayat vesilesi olsun istedik. En azından bu vesileyle abimin organlarının başka insanlarda yaşadığını düşünmek yanan kalbimizi bir nebze olsun serinletir diye düşündük. Hem de o insanların hayır duasını alırız düşüncesiyle ailecek böyle bir karar aldık” dedi. Ankara’da din görevlisi olarak görev yaptığını belirten kardeşi Serdar Şenovalı ise, “Bu dünyada herkes bir derman arıyor. Derdin dermanını veren Rabbim de birilerini vesile kılıyor. Onun için belki de bizim abimiz, bizim canparemiz birilerine vesile olup onların dermanı oldu” şeklinde konuştu. Haber Merkezi Güncelleme Tarihi 01 Haziran 2019, 1017
Örnek aldığınız bir kişinin sporcu, sanatçı, yazar, bilim insanı, gazeteci… hayatını araştırınız. Ben bir şairi örnek alırım. Tabi yükümlülüklerimi tam anlamıyla yerine getiremem. Onun gibi olabilmem imkansız. Ancak hiç değilse safım belli olsun. Belki o kişiye beslediğim muhabbetten dolayı doğruya giderim. Necip Fazıl Kısakürek. Ne güzel bir kişilik ki o hayatını insanlığın yoluna adamış. Daima güzel işlerde bulunmuş. Hem geçmişte hem bugün, hem de gelecekte yeniliğini koruyacak sanat eseri şiirleri de cabası. Ölümü bir ders. Yaşayışı bir ders. Her anın da doğru yolda olabilmeyi arzulamış ve insanlığa hizmet yolunda çalımalar yapmış. Kendi için değil kutlu davası için yaşayış sürdürmüş. Geçmiş yaşantısı karanlık diyip kötüleyenler olabilir. Ancak günahına tövbe edenin hiç günah işlememiş gibi temiz olduğu düşüncesi beni onun geçmişinde ki karanlığa götürmüyor bile. Hem hepimizin hatası yok mu? Neden topluma mal olmuş, faydası dokunmuş bu kişiyi önemsemeyelim. Necip Fazıl Kısakürek’in Hayatı Ahmet Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Eğitim hayatını Fransız Frerler Mektebi’nde, Amerikan Koleji’nde, Emin Efendi Mahalle Mektebi’nde, Rehber-i İttihat Mektebi, Büyük Reşit Paşa Mektebi, Aydınlı Köyü’nün ilk mektebinde ve Heybeliada Numune Mektebi’nde tamamladı. Adından 1916 yılında günümüzdeki Deniz Harp Okulu olan Mekteb-i Fünûn-ı Bahriye-i Şâhâne’de eğitim gören Kısakürek, beş yıl boyunca bu okulda öğrenim gördü ve okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev alıyordu. Türk şiir ve düşünce hayatında birbirlerine zıt olan Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet Ran, aynı okulda okumuşlardır. Necip Fazıl Kısakürek, Bahriye Mektebi’nde öğrenim gördüğü sırada şiir ile ilgilenmeye başladı ve “Nihal” adında haftalık bir dergi çıkarmaya başladı. Okuduğu okulda İngilizce öğrendi ve “Lord Byron, Oscar Wilde, Shakespeare” gibi yazarların eserlerini orjinal dilde okudu. Ahmet Necip olan adının “Necip Fazıl” olması da bu okulda gerçekleşmiştir. 1934 yılı, Necip Fazıl Kısakürek için bir dönüm noktasıdır. 1934 yılında bir Nakşi şeyhi olan Abdülhakim Arvasi ile tanışan Kısakürek, Abdülhakim Arvasi ile yaptığı sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadı ve bu tanışmayı kendisine milat olarak kabul etti. Bu tanışmanın ardından Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerinde tasavvufi düşüncenin izlerine rastlandı. Aynı zamanda bu tanışmayla birlikte yeni düşünce sisteminin ilk önemli eseri olan “Tohum” adlı tiyatro oyununu yazdı. 1936’da bir kültür–sanat dergisi olan “Ağaç Mecmuası”nı yayınlamaya başlayan Kısakürek, başarı yakaladı ve dergi Ankara’dan sonra İstanbul’da da çıkarılmaya başlandı. Dergiye Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi önemli edebiyatçılar katkı sağladı. Bir kısmı İş Bankası tarafından finanse edilen dergi, 16 sayı sürdü. 1937 yılında tamamladığı “Bir Adam Yaratmak” adlı piyesi ilk defa 1937-38 tiyatro sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye kondu ve büyük ilgi yarattı. Hayatı boyunca birçok esere imza atan Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde 78 yaşındayken İstanbul’da hayatını kaybetti.
topluma öncü olmuş bir insanın hayat hikayesinin özeti Kayıtsız Üye topluma öncü olmuş bir insanın hayat hikayesinin özetiCevap topluma öncü olmuş bir insanın hayat hikayesinin özeti Menekşe topluma örnek olan bir kişinin hayatı Sadece Hindistan ve Pakistan toplumlarına değil tüm insanlığa örnek olmuş bir kişinin çocukluğunda, ölene kadar olan hayatını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu kişi Mahatma Gandi’dir. Tüm hayatını anlatan bu makale tamamiyle wikipedia adlı siteden alınmıştır. Arkadaşlarımız bu anlamda hem aradıkları konu hakkında bilgiye ulaşmış olurlar hemde Gandi gibi mükemmel bir insanı yakından tanıma şerefine nail olmalarına isterim. Tüm dünyaya örnek olmuş, gerçek bir hümanist Mahatma Gandi’nin yaşamı Mahatma Gandi 2 Ekim 1869 günü Porbandar’da bir Hindu Modh ailesinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Babası Karamçand Gandi, Porbandar’ın diwanı yani başveziriydi. Annesi Putlibai, babasının dördüncü eşi ve Pranami Vaişnava mezhebinden bir Hinduydu. Karamçand’ın ilk iki eşi birer kız çocuk doğurduktan sonra bilinmeyen bir nedenle ölmüşlerdir. Dindar bir anne ile geçirdiği çocukluk döneminde çevresinde Gucarat’ın Caynu etkileriyle Gandi canlılara zarar vermeme, etyemezlik, kişisel arınma için oruç tutma ve farklı inanç ve kast üyeleri arasında karşılıklı tolerans gibi öğretileri öğrenmiştir. Doğuştan vaişya ya da çalışanlar kastına mensuptur. Mayıs 1883’de, 13 yaşındayken, ailesinin isteğiyle yine 13 yaşındaki Kasturba Makhanji ile evlendi. İlki bebekken ölen beş çocukları oldu; Harilal 1888’de, Manilal 1892’de, Ramdas 1897’de ve Devdas 1900’de doğdu. Gandi gençliğinde Porbandar ve Rajkot’ta ortalama bir öğrenciydi. Bhavnagar’da bulunan Samaldas Kolejine giriş sınavını kılpayı kazandı. Ailesi avukat olmasını istediği için kolejde de mutsuzdu. 18 yaşında 4 Eylül 1888’de Gandi avukat olmak için hukuk okumak üzere University College London’a girdi. İmparatorluk başkenti Londra’da geçirdiği zaman içinde, etten, alkolden ve seksten uzak durma gibi Hindu kurallarına uyacağına dair, Caynu keşiş Becharji’nin önünde annesine verdiği sözün etkisinde kalmıştır. Her ne kadar örneğin dans dersleri alarak İngiliz geleneklerini denemeye çalıştıysa da evsahibinin koyun etinden yaptığı yemekleri yiyemiyor, yine evsahibinin gösterdiği Londra’nın birkaç etyemez lokantasından birinde yemek yiyordu. Yalnızca annesinin isteklerine körükörüne uymak yerine, etyemezlik üzerine yazılar okuyarak, entelektüel olarak da bu felsefeyi benimsedi. Etyemezler Derneği’ne katıldı, yönetim kuruluna seçildi ve bir şubesini kurdu. Daha sonra, dernek örgütleme deneyimini burada kazandığını söylemiştir. Karşılaştığı etyemezlerin bazıları, 1875 yılında evrensel kardeşliğin tesisi için kurulmuş olan ve kendilerini Budist ve Hindu edebiyatını araştırmaya adamış olan Teosofi Derneği’ne üyeydi. Bunlar Gandi’yi Bhagavadgita yı okuması için teşvik etti. Daha önce din konularına özel bir ilgi göstermemiş olan Gandi Hinduizm, Hıristiyanlık, Budizm, İslam ve diğer dinlerin kutsal metinleriyle bunlar hakkında yazılan eserleri okudu. İngiltere ve Galler barosuna girdikten sonra Hindistan’a döndü ama Bombay’da avukatlık yaparken çok başarılı olamadı. Daha sonra lise öğretmeni olarak işe başvurup başarılı olamayınca Rajkot’a geri döndü ve arzuhalcilik yapmaya başladı ancak bir Britanya subayı ile düştüğü anlaşmazlık sonucu bu işi de kapatmak zorunda kaldı. Otobiyografisinde bu olaydan ağabeyinin yararına yaptığı başarısız bir lobicilik girişimi olarak sözeder. O zamanlar Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olan Güney Afrika’da Natal eyaletinde bir Hindistan firmasının önerdiği bir yıllık işi 1893’te bu şartlar altındayken kabul etti. Gandi 1895 yılında Londra’ya döndüğünde radikal görüşlü Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain ile tanıştı. Daha sonraları bu bakanın oğlu Neville Chamberlain 1930’larda Büyük Britanya Başbakanı olacak ve Gandi’yi durdurmaya çalışacaktı. Joseph Chamberlain Hintlilere barbarca yaklaşıldığını kabul etmesine rağmen bu durumu düzeltecek herhangi bir yasa değişikliğine gitmeye pek istekli değildi. Gandi, Güney Afrika’da Hintlilere uygulanan ayrımcılığa maruz kaldı. İlk olarak elinde birinci mevki bileti olmasına rağmen üçüncü mevkiye geçmediği için Pietermaritzburg’da trenden atıldı. Daha sonra yoluna at arabası ile devam ederken, Avrupalı bir yolcuya yer açmak için arabanın dışında basamak üzerinde yolculuk etmeyi reddettiği için sürücü tarafından dövüldü. Yolculuğu esnasında bazı otellere alınmamak gibi çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Benzer diğer olaylardan birinde bir Durban mahkemesi yargıcı türbanını çıkarmasını emrettiğinde buna karşı çıktı. Sosyal haksızlıklar karşısında uyanmasına neden olan bu olaylar hayatında bir dönüm noktası olmuş ve daha sonraki sosyal eylemciliğine temel oluşturmuştur. Güney Afrika’da Hintlilerin maruz kaldığı ırkçılık, önyargı ve haksızlıklara doğrudan tanık olmuş ve halkının Britanya İmparatorluğu içindeki yeri ile kendisinin topluluk içindeki yerini sorgulamaya başlamıştır. Gandi, Hintlilerin oy kullanmasını engelleyen bir yasa tasarısına Hintlilerin karşı çıkmasına yardım etmek için buradaki kalış süresini uzattı. Yasanın çıkmasını engelleyemese de kampanyası Güney Afrika’da Hintlilerin yaşadığı sorunlara dikkati çekme yönünden başarılı olmuştur. 1894’te Natal Hint Kongresi’ni kurdu ve bu örgütü kullanarak Güney Afrika’da bulunan Hintli topluluğunu ortak bir siyasi gücün arkasında toplayabildi. Ocak 1897’de Hindistan’a yaptığı kısa bir gezinin ardından Güney Afrika’ya dönen Gandi’ye saldıran bir grup beyaz onu linç etmek istedi. Daha sonraki kampanyalarını şekillendirecek olan kişisel değerlerinin ilk tezahürlerinden biri olan bu olayda şahsına karşı yapılan yanlışları mahkeme karşısına getirmeme ilkesini öne sürerek kendisine saldıranlar hakkında suç duyurusunda bulunmayı reddetti. 1906 yılında Transvaal hükümeti sömürgenin Hintli nüfusunu zorla kayıt altına almayı gerektiren bir yasayı kabul etti. Aynı yıl 11 Eylül’de Johannesburg’da yapılan toplu gösteri sırasında hâlâ gelişmekte olan satyagraha gerçeğe bağlılık ya da pasif protesto yöntemini ilk defa olarak uygulamaya başladı ve Hintli yandaşlarına şiddet ile karşı çıkmak yerine yeni yasaya karşı çıkıp bunun sonuçlarına katlanmaları yönünde çağrıda bulundu. Bu öneri kabul edildi ve yedi yıl süren mücadelede grev yapmak, kayıt olmayı reddetmek, kayıt kartlarını yakmak gibi çeşitli şiddet içermeyen başkaldırılar nedeniyle aralarında Gandi’nin de bulunduğu binlerce Hintli hapsedildi, kırbaçlandı ve hatta vuruldu. Her ne kadar hükümet Hintli protestocuları bastırmak konusunda başarılı olmuş olsa da barışçıl Hintli protestoculara Güney Afrika hükümetinin uyguladığı ağır yöntemlerin kamuoyunda oluşturduğu itiraz sonucunda Güney Afrikalı general Jan Christiaan Smuts, Gandi ile bir uzlaşmaya gitmek zorunda kalmıştır. Bu mücadele sırasında Gandi’nin fikirleri şekillendi ve Satyagraha kavramı olgunlaştı. Gandi, 1915’te Güney Afrika’dan Hindistan’a geri döndü. Hindistan Ulusal Kongresi’nin toplantılarında konuşmalar yaptı ama asıl olarak Hint halkı, siyaset ve diğer sorunlar üzerinde düşünmeye o zamanlar Kongre Partisi’nin önemli liderlerinden olan Gopal Krişna Gokhale tarafından teşvik edildi. Gandi ilk önemli başarılarını 1918 yılında Çamparan karışıklığı ve Kheda Satyagraha sırasında elde etmiştir. Çoğunluğu Britanyalı olan toprak sahiplerinin milis kuvvetleri tarafından baskı altında tutulan köylüler aşırı yoksulluk içindeydi. Köyler son derece pisti ve hijyenik değildi. Alkolizm, kast sistemi nedeniyle yapılan ayrımcılık ve kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık çok yaygındı. Yıkıcı bir kıtlık olmasına rağmen Britanyalılar giderek artan yeni vergiler koymakta ısrarcıydı. Durum ümitsizdi. Gucarat’ta Kheda’da sorun aynıydı. Gandi kendisini uzun zamandır destekleyenlerle ve bölgeden yeni gönüllülerle burada bir aşram kurdu. Kötü yaşam koşulları, çekilen acılar ve uygulanan vahşet köylerin detaylı olarak incelenmesiyle kayıt altına alındı. Köylülerin güvenini kazanarak buraların temizlenmesine, okullar ve hastaneler kurulmasına öncülük etti. Köy liderlerini yukarıda belirtilen toplumsal sorunları ortadan kaldırmaları için cesaretlendirdi. Ama asıl etki, polis tarafından huzursuzluk yaratma nedeniyle tutuklanıp eyaleti terketmesi istendiğinde başgösterdi. Yüzbinlerce insan hapisane, karakol ve mahkemelerin önünde protesto gösterilerinde bulunarak Gandi’nin salınmasını istedi. Mahkeme isteksizce Gandi’yi salmak zorunda kaldı. Gandi toprak sahiplerine karşı protestolar ve grevler düzenledi. Britanya hükümetinin yönlendirmesiyle toprak sahipleri bölgenin yoksul köylülerine daha fazla yardım edeceklerine, ürettiklerini tüketebileceklerine ve kıtlık bitene kadar vergileri kaldıracaklarına dair bir antlaşma imzaladı. Bu karışıklık sırasında insanlar Gandi’ye Bapu Baba ve Mahatma Yüce Ruh demeye başladı. Kheda’da, Sardar Patel Britanyalılarla yapılan pazarlıklarda köylüleri temsil etti. Pazarlıklar sonrasında vergiler askıya alındı ve tüm tutuklular salıverildi. Bunun sonucunda Gandi’nin ünü tüm ülkeye yayıldı. İş birliği yapmama ve barışçıl karşı koyma Gandi’nin haksızlığa karşı "silahlarıydı". Pencap’ta Britanya birliklerinin sivilleri öldürdüğü Jallianwala Bagh ya da Amritsar katliamı ülkede giderek artan kızgınlığa ve şiddet olaylarına neden olmuştu. Gandi hem Britanyalıları hem de onlara karşı misilleme yapan Hintlileri eleştirdi. Britanyalı sivil kurbanlara başsağlığı dileyen ve isyanları kınayan açıklamayı kaleme aldı. Parti içinde önce karşı çıkılsa da Gandi’nin her türlü şiddetin kötü olduğu dolayısıyla da haksız olduğunu ilkesini savunduğu duygusal konuşmasından sonra kabul edildi. Ancak katliamdan ve bunu izleyen şiddetten sonra Gandi, kendi kendini yönetme ve tüm Hindistan hükümet kuruluşlarının yönetimini ele geçirme fikri üzerinde yoğunlaştı. Bunun sonucunda tam kişisel, tinsel ve siyasal bağımsızlık anlamına gelen Swaraj olgunlaştı. Aralık 1921’de Gandi Hindistan Ulusal Kongresi’nde yürütme yetkisine sahip oldu. Liderliği altında Kongre amacı Swaraj olan yeni bir anayasa altında örgütlendi. Giriş ücreti ödeyen herkes partiye kabul edilmeye başlandı. Disiplini artırmak için bir dizi komite kurularak, parti, elit bir örgütten ulusal kitlenin ilgisini çeken bir örgüte dönüştü. Gandi şiddet karşıtı hareketlerinin içine swadeshi ilkesini yani yabancı ürünlerin özellikle de Britanya ürünlerinin boykotunu da kattı. Buna bağlı olarak tüm Hintlilerin Britanya malı kumaşlar yerine elle dokunmuş khadi kumaşı kullanmasını savundu. Gandi yoksul zengin demeden tüm Hintli erkek ve kadınların bağımsızlık hareketini desteklemeleri için her gün khadi kumaşı dokumasını tavsiye etti. Bu, isteksizleri ve hırslıları hareketin dışında tutmak ve disiplin kurmak, ayrıca da o zamana kadar böyle etkinliklere katılmaları uygun görülmeyen kadınları harekete katabilmek için bir stratejiydi. Britanya ürünlerinin yanısıra Gandi, halkı Britanya eğitim kurumlarını ve mahkemelerini de boykot etmeye, hükümet işinden istifaya ve Britanya unvanlarını kullanmamaya çağırdı. "İş birliği yapmama" Hint toplumunun her katmanından çok geniş bir katılım sonucunda büyük başarı kazandı. Ancak hareket doruk noktasına ulaştığında Şubat 1922’de, Uttar Pradeş’in Chauri Chaura şehrinde şiddetli çatışma sonucu birdenbire sona erdi. Hareketin şiddete doğru yönelmesinden ve bunun bütün yapılanları yıkmasından korkan Gandi ulusal itaatsizlik kampanyasını sona erdirdi. Gandi 10 Mart 1922’de tutuklandı, isyana teşvikten yargılanarak altı yıl hapis cezasına çarptırıldı. 18 Mart 1922’de başlayan cezası iki yıl sonra Şubat 1924’te apandisit ameliyatı nedeniyle salındıktan sonra bitti. Gandi’nin birleştirici kişiliğinden hapiste kaldığı sürece yararlanamayan Hindistan Ulusal Kongresi bölündü ve iki hizip oluştu. Bunlardan biri, partinin seçimlere katılmasını isteyen Chitta Ranjan Das ve Motilal Nehru tarafından yönetiliyordu, diğer hizip seçimlere katılmaya karşı çıkıyordu ve Chakravarti Rajagopalachari ve Sardar Vallabhbhai Patel tarafından yönetiliyordu. Ayrıca işbirliği yapmama sırasında Hindu ve Müslümanlar arasındaki işbirliği parçalanmaya başlamıştı. Gandi bu farklılıkları 1924 sonbaharında yaptığı üç aylık oruç gibi yöntemlerle ortadan kaldırmaya çalıştı ama çok başarılı olamadı. Gandi 1920’lerde gözlerden uzakta kaldı. Swaraj Partisi ile Hindistan Ulusal Kongresi arasındaki ayrılıkları çözmeye çalıştı ve paryalık, alkolizm, cehalet ile yoksulluğun yokedilmesi için girişimlerini yaygınlaştırdı. Tekrar öne çıkması 1928 yılında olmuştur. Bir yıl önce İngiliz hükümeti aralarında bir tek Hintli bile barındırmayan, Sir John Simon başkanlığında yeni bir anayasal reform komisyonu atamıştı. Bunun sonucunda Hindistan siyasi partileri, komisyonu boykot etmiştir. Gandi, Aralık 1928’de Kalküta kongresinde İngiliz hükümetinden Hindistan’a İngiliz Milletler Topluluğu’na bağlı yönetim hakkı verilmesini ya da bu sefer amacı tam bağımsızlık olan yeni bir işbirliği yapmama kampanyasıyla yüzyüze kalacaklarını bildiren bir kararın kabul edilmesini sağladı. Gandi, hemen bağımsızlık isteyen Subhas Chandra Bose ile Jawaharlal Nehru gibi gençlerin görüşlerini yumuşatmakla kalmadı, kendi görüşlerini de değiştirerek bu çağrıyı iki yerine bir yıl bekletmeyi kabul etti. Britanyalılar bunu cevapsız bıraktı. 31 Aralık 1929’da Lahore’da Hindistan bayrağı açıldı. 26 Ocak 1930, Lahore’da toplanan Hindistan Ulusal Kongresi tarafından Hindistan’ın Bağımsızlık Günü olarak kutlandı. O gün hemen hemen tüm Hintli örgütler tarafından kutlanmıştır. Sözünde duran Gandi Mart 1930’da tuz vergisine karşı yeni bir satyagraha başlattı. Kendi tuzunu yapmak için Ahmedabad’dan Dandi’ye 12 Mart’tan 6 Nisan’a kadar 400 kilometre yürüdüğü Tuz Yürüyüşü bu pasif direnişin en önemli bölümüdür. Denize doğru yapılan bu yürüyüşte Gandi’ye binlerce Hintli eşlik etti. Britanya idaresine karşı en rahatsız edici kampanyası bu olmuştur ve Britanyalılar buna karşılık vererek üzerinde kişiyi hapse atmıştır. Lord Edward Irwin tarafından temsil edilen hükümet, Gandi ile görüşmeye karar verdi. Mart 1931’de Gandi–Irwin Paktı imzalandı. Britanya hükümeti sivil başkaldırı hareketinin durdurulmasına karşılık tüm siyasi tutukluları serbest bırakmaya razı oldu. Ayrıca Hindistan Ulusal Kongresi’nin tek temsilcisi olarak Gandi, Londra’da yapılacak olan yuvarlak masa konferansına davet edildi. İdari gücün el değiştirmesinden çok, Hint prensleri ve Hint azınlıklarına eğilen konferans Gandi ve milliyetçiler için bir hayal kırıklığı oldu. Bundan da öte Lord Irwin’in halefi Lord Willingdon, milliyetçileri bastırmak için yeni bir eyleme girişti. Gandi yeniden tutuklandı ve hükümet yandaşlarından tecrit ederek nüfuzunu yok etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. 1932’de, Dalit lider B. R. Ambedkar’ın önderliğinde yapılan kampanya sonucu hükümet yeni anayasa ile paryalara ayrı olarak seçim hakkı verdi. Bunu protesto eden Gandi, Eylül 1932’de yaptığı altı günlük oruç sonrasında, Dalit siyasi lider Palwankar Baloo tarafından aracılık edilen görüşmeler sonucu hükümeti daha eşitlikçi uygulamalarda bulunmaya zorlamıştır. Bu da, Gandi tarafından Harijanlar yani Tanrı’nın çocukları adı verilen paryaların yaşam koşullarını iyileştirmek için yapılacak yeni bir kampanyanın başlangıcı olmuştur. 8 Mayıs 1933’de Gandi, Harijan hareketine destek olmak için 21 günlük kişisel arınma orucuna başladı. 1934 yazında başarısız üç suikast girişimine uğradı. Kongre Partisi, seçimlere katılıp Federasyon tasarısını kabul etmeyi kararlaştırdığında Gandi parti üyeliğinden istifa etmeye karar verdi. Parti’nin hareketine karşı değildi ancak eğer istifa ederse Hintliler üzerindeki popülaritesinin komünistlerden, sosyalistlerden, sendikacılardan, öğrencilerden, dini muhafazakârlardan, işveren yanlılarına kadar geniş bir yelpaze içeren parti üyeliğini tıkamayacağını düşündü. Gandi ayrıca Raj ile geçici bir siyasi anlaşmaya varan bir partiyi yöneterek Raj propagandasına hedef olmak da istemiyordu. Kongre’nin Lucknow oturumunda ve Nehru başkanlığında Gandi 1936’da tekrar başa geçti. Gandi yalnızca bağımsızlığı elde etme konusuna odaklanılmasını ve Hindistan’ın geleceği hakkında spekülasyon yapılmamasını arzuladıysa da Kongre’nin sosyalizmi amaç olarak seçmesine karşı çıkmadı. Gandi 1938’de başkanlığa seçilen Subhas Bose ile bir uyuşmazlık yaşadı. Bose ile anlaşamadığı başlıca noktalar Bose’nin demokrasiye bağının ve şiddet içermeyen harekete inancının olmamasıydı. Bose Gandi’nin eleştirilerine rağmen ikinci dönem de başkanlığı kazandı ancak Gandi’nin getirdiği ilkeleri terketmesi nedeniyle tüm Hindistan liderlerinin topluca istifa etmesi karşısında Kongre’den ayrıldı. Nazi Almanyası 1939’da Polonya’yı işgal edince II. Dünya Savaşı başladı. Başlarda Gandi Britanya çabalarına "şiddete katılmayan manevi destek" verilmesinden yanaydı ancak Kongre liderleri, halkın temsilcilerine danışılmadan Hindistan’ın tek taraflı olarak savaşa sokulmasından rahatsız olmuştu. Bütün kongre üyeleri toplu olarak görevlerinden istifa etmeyi tercih etti. Üzerinde uzun süre düşündükten sonra Gandi görünüşte demokrasi için verilen bu savaşa, Hindistan’a demokrasi verilmesi reddedilirken katılmayacağını deklare etti. Savaş ilerledikçe Gandi bağımsızlık için isteklerini daha da yoğunlaştırdı ve Britanyalılardan hazırladığı çağrı ile Hindistan’ı Terketmelerini istedi. Bu Gandi ve Kongre Partisinin Britanyalıların Hindistanı terketmelerini sağlamak için yaptıkları en kararlı başkaldırıydı. Gandi hem Britanya yanlısı hem de Britanya karşıtı gruplar ve Kongre parti üyelerinin bir kısmı tarafından eleştirildi. Bazıları Britanya’ya bu zor zamanında karşı gelmenin ahlaksızlık olduğunu söylerken diğerleri ise Gandi’nin yeteri kadar çabalamadığını düşünüyordu. Hindistan’ı Terket mücadelenin tarihindeki en kuvettli eylem oldu, toplu tutuklamalar ve şiddet tahmin edilemeyen boyutlara ulaştı. Binlerce eylemci polis ateşiyle öldü ya da yaralandı, ve yüzbinlerce eylemci tutuklandı. Gandi ve yandaşları Hindistan’a hemen bağımsızlık verilmezse savaşa destek vermeyeceklerini açıkça belirtti. Hatta bu sefer bireysel şiddet eylemleri olsa bile eylemin durdurulmayacağını, çevresindeki "düzenli anarşinin", "gerçek anarşiden daha kötü" olduğunu söyledi. Tüm Kongre üyelerine ve Hintlilere yaptığı çağrıda özgürlüğe ulaşmak için disiplini ahimsa ve Karo Ya Maro "Yap ya da Öl" ile sağlamalarını istedi. Gandi ve Kongre Çalışma Komitesinin tamamı Britanyalılar tarafından 9 Ağustos 1942’de Bombay’da tutuklandı. Gandi iki yıl boyunca Pune’de Ağa Han Sarayında tutuldu. Buradayken sekreteri Mahadev Desai 50 yaşındayken kalp krizinden öldü, ardından 6 gün sonra, 18 aydır tutuklu bulunan eşi Kasturba 22 Şubat 1944’de öldü. Altı hafta sonra Gandi ağır bir sıtma krizi geçirdi. Sağlığının kötüleşmesi ve ameliyat gereksinimi nedeniyle savaş sona ermeden 6 Mayıs 1944’te salıverildi. Britanyalılar Gandi’nin hapiste ölmesi karşısında ülkeyi kızdırmak istemedi. Her ne kadar Hindistan’ı Terket eylemi hedefine ulaşma konusunda tam başarılı olamadıysa da eylemin acımasızca bastırılması 1943’ün sonlarında Hindistan’a bir düzen getirdi. Savaşın sonunda Britanyalılar yönetimin Hintlilere verileceğine dair bariz açıklamalarda bulundu. Bu noktada Gandi mücadeleyi durdurdu ve Kongre partisinin liderlerinin de aralarında bulunduğu civarında siyasi tutuklu salıverildi. Gandi 1946 yılında Britanya Kabine Misyonunun önerilerini reddetmelerini Kongre partisine önerdi çünkü Müslüman çoğunlukta olanların toplandığı eyalet önerileri ile oluşturulan gruplanmanın bir bölünmenin öncüsü olduğundan kuşkuluydu. Ancak bu Kongre partisinin Gandi’nin önerisi dışına çıktığı nadir zamanlardan birisi oldu çünkü Nehru ve Patel planı onaylamadıkları takdirde hükümetin kontrolunun Hindistan Müslümanlar Birliği’ne geçeceğini biliyorlardı. 1946 ile 1948 yılları arasında fazla insan şiddet eylemlerinde öldü. Gandi Hindistan’ı iki ayrı ülkeye bölecek her türlü plana şiddetle karşı çıkıyordu. Hindistan’da hindu ve sikh’lerle yaşayan müslümanların büyük bir çoğunluğu ayrılmadan yanaydı. Müslüman Birliği’nin lideri Muhammed Ali Cinnah’ı Pencap, Sindh, Kuzey-Batı Sınır Eyaleti ve Doğu Bengal’de büyük bir desteği vardı. Bölünme planı Kongre liderleri tarfından büyük çaplı bir hindu-müslüman savaşını engellemenin tek yolu olarak kabul edilmiştir. Kongre liderleri parti ve Hindistan’da büyük bir desteğe sahip olan Gandi’nin onayı olmadan ilerleyemeyeceklerini ve Gandi’nin de bölünme planını tamamen reddettiğini biliyorlardı. Gandi’nin en yakın çalışma arkadaşları bölünmenin en iyi çıkış olduğunu kabul etmişlerdi ve Sardar Patel Gandi’yi bunun iç savaşı önlemenin tek yolu olduğuna inandırmak için çabalaması sonucunda istemese de Gandi rızasını verdi. Kuzey Hindistan’da ve Bengal’de ortamı sakinleştirmek amacıyla Müslüman ve Hindu toplumlarının liderleriyle yoğun görüşmelerde bulundu. 1947 yılındaki Hindistan-Pakistan Savaşı’na rağmen hükümetin Bölünme Konseyince belirlenen 550 milyon rupiyi vermeme kararından rahatsızlık duydu. Sardar Patel gibi liderler Pakistan’ın bu parayı Hindistan’a karşı savaşı sürdürmek amacıyla kullanmasından korkuyordu. Gandi tüm Müslümanların Pakistan’a zorla gönderilmesi istekleri ortaya çıktığında ve Müslüman ile Hindu liderleri birbirleriyle bir türlü anlaşmaya razı gelmeyince de çok üzüldü. Topluluklar arası tüm şiddetin durdurulması ve 550 milyon rupinin Pakistan’a ödenmesi için son ölüm orucuna Delhi’de başladı. Gandi Pakistan’daki istikrarsızlık ve güvensizlik ortamının Hindistan’a karşı duyulan öfkeyi artıracağı ve şiddetin sınır ötesine taşınacağından korkuyordu. Ayrıca Hindular ve Müslümanlar arasındaki düşmanlığın açık bir iç savaşa dönüşeceğinden de korkuyordu. Yaşam boyu çalışma arkadaşı olanlarla yaptığı uzun duygusal görüşmeler sonucunda Gandi orucunu bırakmadı ve hükümet kararlarını iptal ederek Pakistan’a ödemeyi yaptı. Aralarında Rashtriya Swayamsevak Sangh ve Hindu Mahasabha’nın da bulunduğu Hindu, Müslüman ve Sikh toplumu liderleri şiddeti reddederek barış çağrısı yapacakları konusunda Gandi’yi ikna ettiler. Dolayısıyla Gandi portakal suyu içerek orucunu bitirdi. 30 Ocak 1948’de, Yeni Delhi’de bulunan Birla Bhavan ın Birla Evi bahçesinde gece yürüyüşünü yaparken vuruldu ve öldü. Suikastçı Nathuram Godse Hindu bir radikaldi ve Pakistan’a ödeme yaptırılmasında ısrar ederek Gandi’nin Hindistan’ı zayıflattığını savunan aşırı uç görüşteki Hindu Mahasabha ile bağlantısı vardı. Godse ve yardakçısı Narayan Apte daha sonra çıkarıldıkları mahkemede yargılandılar ve suçlu bulundular. 15 Kasım 1949’da idam edildiler. Gandi’nin Yeni Delhi’de bulunan anıtı Rāj Ghāt’ın üzerinde "Hē Ram" yazar ve "Aman Tanrım" olarak tercüme edilebilir. Her ne kadar doğruluğu tartışmalı olsada bunların Gandi vurulduktan sonra son sözleri olduğu iddia edilmektedir. Jawaharlal Nehru radyo ile ülkeye yaptığı konuşmasında şöyle demiştir "Dostlar, yoldaşlar, ışık bizi terketti ve her yerde yalnızca karanlık var, ve size ne söyleyeceğimi ya da nasıl söyleyeceğimi hâlâ bilmiyorum. Sevgili liderimiz, Bapu, ülkenin babası artık yok. Belki de bunu söylememeliyim ama yine de bunca yıldır gördüğümüz gibi artık onu göremeyeceğiz, öğüt almak için ya da teselli etmesi için ona koşamayacağız, ve bu yalnızca benim için değil, bu ülkedeki milyonlar ve milyonlar için de çok kötü bir darbe." Gandi’nin külleri kaplara konarak anma törenleri için Hindistan’ın çeşitli bölgelerine gönderildi. Çoğu 12 Şubat 1948’de Allahabad’da Sangam’a döküldü ama bazıları gizlice başka yerlere gönderildi. 1997’de, Tuşar Gandi bir bankanın kasasında bulunan ve mahkeme emriyle alabildiği bir kabın içindeki külleri Allahabad’da Sangam’da suya döktü. Dubai’li bir işadamının Mumbai müzesine gönderdiği bir başka kabın içindeki küller’de 30 Ocak 2008’de ailesi tarafından Girgaum Chowpatty’de suya dökülmüştür. Bir başka kap Pune’deki Ağa Han Sarayı’na gelmiş 1942 ile 1944 arasında tutuklu bulunduğu yer bir başkası da Los Angeles’de Kendini Kanıtlama Birliği Göl Tapınağı na gelmiştir Ailesi tapınaklarda ve anıtlarda bulunan bu küllerin siyasi kötü amaçlarla kullanılabileceğinin farkındadır ancak tapınak ve anıtları yıkmadan bunları alamayacaklarını bildiklerinden geri istememişlerdir.
Topluma Örnek Olan Bir Kişinin Hayatı Lindsey Topluma Örnek Olan Bir Kişinin Hayatı Topluma Örnek Olmuş Kişiler Sakıp Sabancı Sakıp Sabancı 7 Nisan 1933 – 10 Nisan 2004, Türk işadamı, Sabancı Holding eski yönetim kurulu başkanı. 2004 yılında Amerikan iş dergisi Forbes’in milyarderler listesinde 147. sırayı almıştır. Renkli ve enerjik kişiliği ile de tanınan Sabancı, halka yakın tavırlarıyla Sakıp Ağa lâkabını kazanmıştır. Hayatı 7 Nisan 1933 tarihinde, pamuk tâciri Hacı Ömer Sabancı 1906 – 1966 ve Sadıka Sabancı’nın 1910 – 1988 ikinci çocuğu olarak Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğdu. Küçük yaşta Adana’ya göç ettiler. Çocukluğunu Adana’da geçirdi. İlkokulu Adana İsmet İnönü İlköğretim Okulu’nda okudu. 1948 yılında lise öğrenimini yarıda bırakarak Akbank’ta stajyer memur olarak çalışmaya başladı. 1950’de ailesiyle beraber İstanbul Emirgan’da bulunan Atlı Köşk’e taşındı. 1957 yılında teyzesinin kızı Türkan Civelek ile evlendi. 1966 yılında, babasının vefatı üzerine kurulan Sabancı Holding’in yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Annesi ve kardeşleri ile birlikte Hacı Ömer Sabancı Vakfı’nın kurulmasına öncülük etti. Bu vakıf aracılığı ile 1999’da Türkiye’nin ilk vakıf üniversitelerinden biri olan Sabancı Üniversitesi’ni kurdu. Yardımsever ve hayırsever kişiliği ile tanınmıştır. Adana’ya Türkiye’nin en büyük camilerinden birini yaptırdı. Sayısız okul ve hastane yaptırdı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sakıp Sabancı, tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde 10 Nisan günü sabaha karşı saat sıralarında hayatını kaybetti. 71’inci yaşını iki gün önce hastanede kutlayan Sabancı’nın ölüm nedeni "böbrek tümörünün karaciğere atlaması" olarak açıklandı. Sabancı’nın ölümü, bütün Türkiye’de büyük üzüntü yarattı. 12 Nisan günü Sakıp Sabancı, Sabancı Center’da düzenlenen Devlet Töreninin ardından yaklaşık kişinin katıldığı cenaze töreniyle Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gözyaşlarıyla toprağa verildi. Ödülleri ve nişanları Dünyanın başarılı işadamlarına verilen "Altın Merküri" ödülü 1979 Belçika Prensi’nin Atlı Köşk’te takdim ettiği "Belçika Kraliyet Nişanı" 1987 Japon hükümeti tarafından takdim edilen "Kutsal Hazine Altın ve Gümüş Yıldız Nişanı" 1992 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından takdim edilen "Devlet Üstün Hizmet Madalyası" 1997 İsviçre-Zürih’teki Avrupa Ekonomi Enstitüsü tarafından takdim edilen "Avrupa Kristal Dünya Ödülü" 1997sass Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın takdim ettiği "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" 1999 New York’taki FABSIT Vakfı tarafından verilen "Yılın İşadamı" ödülü 1999 Fransız Hükümeti tarafından takdim edilen "Légion d’honneur Madalyası" 2001 GYTE tarafından verilen "Türk Sanayiine Teknoloji ve Kalite Kazandıran İşadamı" Onursal doktoralar 1984 Anadolu Üniversitesi, Eskişehir 1986 University of New Hampshire, New Hampshire, ABD 1992 Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul 1993 Erciyes Üniversitesi, Kayseri 1997 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbulGirne Amerikan Üniversitesi, Girne, KKTCTrakya Üniversitesi, Edirneİstanbul Üniversitesi, İstanbul 1998 Southeastern University, Washington ABD 1999 Çukurova Üniversitesi, Adana 2002 Kırıkkale Üniversitesi, Kırıkkale Kitapları İşte Hayatım 1985 Para Başarının Mükafatıdır 1985 Gönül Galerimden 1988 Rusya’dan Amerika’ya 1989 Ücret Pazarlığı mı ? – Koyun Pazarlığı mı ? 1990 Değişen ve Gelişen Türkiye 1991 Daha Fazla İş Daha Fazla Aş 1993 Doğu Anadolu Raporu 1995 Başarı Şimdi Aslanın Ağzında 1998 Hayat Bazen Tatlıdır 2001 Sakıpname 2002 Bıraktığım yerden Hayatım; Her Şeyin Başı Sağlık;
topluma örnek bir kişinin hayatı